Taha Kılınç
Sevgi
Çok sevilen kimse, insanın kalbinden, hâtırından çıkmaz. Onun şekli, kalbine yerleşir. Feyz, kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapdıran nûrdur, bir kuvvetdir. Feyzler, Resûlullahın "aleyhisselâm" mubârek kalbinden yayılmakda, Evliyânın kalbleri vâsıtası ile, Evliyâyı çok seven kalblere gelmekdedir. Evliyânın kalbleri ayna gibidir. Bir aynadan fışkıran ışıklar, karşısındaki aynaya ve bundan da, bunun karşısındaki aynaya gelir. Böylece, Resûlullahın kalbinden fışkıran feyzler bizim zamânımızdaki Evliyânın kalblerine gelir. [Bir ayna gibidir. Aynaya gelen ışıklar ve karşısında bulunan cismler, karşı aynada görülür. Aynanın karşısında bulunan ikinci bir ayna ve bunun karşısındaki üçüncü aynada da görünürler. Resûlullahın "aleyhisselâm" mubârek kalbinden yayılan feyzler, ma'rifet nûrları da, bu kalbe bağlı olan kalblere gelir. Kalbleri bağlıyan bağ, muhabbetdir. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı çok sevdikleri için, bu nûrlara kavuşdular. Sevgi ne kadar çok olursa, gelen feyz de çok olur. Sevmek, inanıp ve işleri ve ahlâkı Onun gibi olmak demekdir. Eshâb-ı kirâmın kalblerine gelen feyzler, sonraki asrdaki gençlerin kalblerine de geldi. Bunların da islâmiyete uymaları kolay ve tatlı oldu. Her biri, birer Velî oldu. Uzak memleketde ve mezârda olan Velîden de feyzler yayılmakda, âşıklarının kalblerine gelmekde, kalbleri nûrlanmakdadır. Resûlullahın mubârek kalbinden yayılan feyzlere sonraki asrdaki âşıkların kalbleri de kavuşarak, zamânımızdaki Evliyânın kalblerine geliyor ve bunların kalblerinden, kendilerini sevenlerin kalblerine ve bu arada bizlere de geliyor.]
İbrahim aleyhisselamın ovaları, vadileri dolduran, yediyüzbin büyükbaş hayvanı varmış. Bu büyüklerin arasında en fakir olanlardan biri, Ubeydullâh-ı Ahrâr hazretleri imiş. Öyle ki, bir elbisesi varmış ve boyu uzayınca elbise kısalıyormuş. Birgün bir lokantanın önünden geçerken bir fakiri açlıktan ölecek halde görmüş. Parası da yokmuş. Lokantacıya, sana sarığımı versem, sen de kesip bez yaparsın... Bunun karşılığında bu fakire bir çorba verirmisin demiş. Lokantacı da, olur demiş ve vermiş. Bu da cenab-ı Hakkın çok hoşuna gitmiş ve Ubeydullâh-ı Ahrâr hazretlerine çok büyük servet vermiş. Ama kendisi sadece dağıtıyormuş. Birgün gençlikte medresede dört arkadaş kalıyorlarmış ve kalb hallerinden de hiç haberi yokmuş. Sadece ilm öğreniyormuş. Birgün üç arkadaşı çok hasta olmuş. Doktor gelmiş, Ubeydullâh-ı Ahrâr hazretlerine, hemen bu odayı boşalt, çünki bunlar bulaşıcı bir hastalığa müptela oldu, sen de ölürsün demiş. Kaderse böyle ölürüm deyip, arkadaşlarını bırakmayıp, gece gündüz onların hizmetlerini yapmış, kat'iyyen odayı terk etmemiş. Sabah bir kalkmış ki, bütün vücudu değişmiş, nura gark olmuş. Anlamış durumu.. Hemen ellerini açıp, ya Rabbi, bu arkadaşlara şifa ver diye dua etmiş ve arkadaşları aslan gibi ayağa kalkmışlar. Allahü tealanın en çok sevdiği amel ve ibadet; kim olursa olsun, Onun kullarına hizmettir. Allahü telanın mahluklarına karşı merhametli ve şefkatli olan, daima merhamet ve şefkatle karşılanır. Eden kendine eder. İyilik eden de kötülük eden de kendine eder. Bir insan, acaba ben Rabbimin indinde makbûlmüyüm, değilmiyim, ben dua alabiliyormuyum, diye kendisine sormalıdır. İnsan Ehl-i sünneti anlatmayı bilmiyorsa, niye yaşar ki? Peygamber efendimiz "aleyhissalatü vesselam" buyuruyor ki; Bid'atler yayıldığı zaman, bir sünnetimi ihya edene, açığa çıkarana yüz şehid sevabı verilir. Bu fırsat kaçırılır mı.. O halde, ahirette hiç kimse kimseye kabahat bulamaz. Mevlana Hâlid-i Bağdadi hazretleri buyuruyorlar ki; Allahın dergahında ehil, nâ ehil beraberdir. Onun dergahında, sen bizdensin, sen bizden değilsin diye bir ayırım yoktur.
İnsanların yaptığı her bir ibadetine karşılık olarak, bire on, bire yediyüz, bire sonsuz ecir, ücret verileceği Kur'ân-ı kerimde bildirilmektedir. Bu sebeple insan, gücü, kuvveti, imkânları yerinde iken, namazlarını kılmalı, Ramazan ayının dışında da, oruç tutmalıdır. Zira kıyamet gününde oruç, bir güzel suret alarak, Allahü teâlânın hitabına mazhar olacaktır. Allahü teâlâ, oruca; "Ya oruç, sen memnun olduğun şahısları alarak Cennete gir!" buyuracaktır. Daha sonra, Allahü teâlâ; "Ya oruç, benden başka ne arzun varsa iste" buyuracak ve oruç da, razı olduğu kimseler için çeşitli şeref ve meziyetleri isteyip almaya muvaffak olacaktır. Böylece oruç tutanlar, kıyamet gününde yüksek bir şerefe nail olacaklardır. Ayrıca oruç tutanlar, birçok Cehennem ehli Müslümana şefaat edebilme imkânına da kavuşacaklardır. Bütün bunların üstünde olarak, oruç tutanlar Peygamber efendimize komşu olacak ve Cenab-ı Hakkın cemalini görmeye de nail olacaklardır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ramazan-ı şerif ayında oruç tutup, ardından Şevval ayından da altı gün daha oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi olur.)
(Ramazan-ı şerif ayında orucunu tutup, ardından Şevval ayında altı gün daha oruç tutan, günahlardan, anadan doğduğu gün gibi sıyrılır, kurtulur.)