Metin Özer
Rakipsiz seçim
Kahire’de, Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanmasının merkezi Tahrir Meydanı’nın kenarında bir gazete satış büfesi. Kaldırıma yayılıp üstüne taşlar koyulmuş gazetelerden bir sürmanşet: “Türk istihbaratının, İhvan yöneticileriyle gizlice buluşmasının ayrıntıları…”
Bir başkasında, yine benzer bir başlık: “Türkiye, Mısır’ın istikrarını bozmak için bunu da yaptı…”
Tezgâhta, gözünüzü çevirdiğiniz neredeyse bütün gazetelerde bu tarz suçlamalar. Sabah programlarından akşamki tartışmalara kadar, televizyonlarda da durum aynı.
Mısır basını, Türkiye’nin “İhvan ve diğer örgütler” üzerinden “Mısır’a yapıp-ettiklerine” kilitlenmiş vaziyette. Elbette söz konusu haberlerde ne bir kaynak, ne de bir ispat bulunuyor.
Basın, Mısır halkını her türlü kandırabileceğinden emin olmalı ki, namluya her gün bir başka Türkiye haberi sürüyor.
Mısır’da 26-28 Mart tarihlerinde yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Kahire sokaklarında şöyle bir dolaştığınızda ve genel havayı kolaçan ettiğinizde, karşınıza çıkan ilk manzaralardan biri bu.
Mevcut Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, ordunun ve devletin ortak adayı olarak, seçimde kendi kendisiyle yarışacak. Kazanma potansiyeli olan adaylardan Ahmed Şefik ve Sami Anan’ın diskalifiye edilmesiyle birlikte (biri yarıştan ‘kendiliğinden’ çekildi, diğeri tutuklandı), Sisi artık rakipsiz. Karşısına göstermelik birilerinin çıkarılması planlansa da, herkes bunun bir tiyatrodan ibaret olduğunun farkında. Mısır gibi siyasete (ve ekonomiye, sosyal hayata, dinî kurumlara…) ordunun tahakküm ettiği bir ülkede, seçimler de bir tür prosedürden ibaret. Yapılsa sonuç değişmiyor, yapılmadan da olmuyor. Dış dünyaya karşı, demokrasi piyesi.
***
23 Temmuz 1952 darbesiyle Kral Faruk’u görevinden uzaklaştırıp yönetime el koyan Hür Subaylar cuntası, Mısır’ı krallıktan cumhuriyete geçirmişti. Sonrasında, yaşından ve tecrübesinden ötürü ordu içinde büyük saygınlığı bulunan General Muhammed Necib, yeni dönemin ilk cumhurbaşkanı oldu. Ancak Cemal Abdunnâsır, kısa süre sonra Necib’i kansız bir iç darbeyle devirerek ülkenin iplerini eline aldı. Muhammed Necib, asker olmasına rağmen, sivil düşünceli ve demokrat bir insandı. Onun liderliğindeki Mısır, bambaşka bir ülke olarak yeniden inşa edilebilirdi. Abdunnâsır, bu fırsatı heba etti.
Bir yandan Arap milliyetçiliğinin bayraktarlığına soyunurken, diğer yandan da hem Arap komşularına hem de İsrail’e karşı kükreyen Abdunnâsır’ın ismi etrafında oluşan efsane, 1967’de İsrail karşısında alınan tarihî hezimetle yerle bir oldu. Gücünü konsolide etmek için Müslüman Kardeşler Teşkilâtı başta olmak üzere içerideki bütün muhalif yapılanmaları ezen Abdunnâsır’dan geriye, kelimenin gerçek anlamıyla bir “korku devleti” kalmıştı. Bu dönem, Ezher’in ve dinî cemaatlerin devlet kontrolü altına alınmasıyla da dikkat çekiyordu.
1970’de görevi devralır almaz Abdunnâsır döneminin izlerini silmeye girişen Enver Sedat, gazetecilerin önünde, bir önceki dönemden kalma telefon dinleme kayıtlarını ateşe verdiğinde büyük sükse yapmıştı. 1973’teki Yom Kipur Savaşı’nda İsrail’i gerileten, ardından da imzalanan barış anlaşmasıyla işgal altındaki Sina Yarımadası’nı geri almayı başaran Sedat, halk nezdinde kazandığı popülariteyi ekonomik atılımlara girişmekte kullandı. Başlattığı “infitah” (açılım) süreci, zenginleri daha zengin fakirleri ise daha fakir hale getirdi. O zamana kadar öyle-böyle var olan Mısırlı orta sınıf, tümüyle ortadan kalktı. Toplumsal yarıklar, uçurumlara dönüştü.
1981’de Sedat’ın öldürülmesinden başlayıp Arap Baharı’na kadar devam eden 30 yıllık Hüsnü Mübarek dönemiyse siyaset, ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanında tam bir ‘makyaj’ dönemidir. Selefinin akıbetine uğramamak için ülkeyi sıkıyönetimle idare eden Mübarek, sosyal adaletsizliği ortadan kaldırabileceği sayısız fırsatı teperek ordunun Mısır’ın kılcal damarlarına kadar sızmasına yol verdi. Arap Baharı’nda sıra Mısır’a geldiğinde, ordu yönetimi, halkın tepkisini oğul Cemal Mübarek’i usul usul ilerlediği cumhurbaşkanlığı koltuğundan etmek için ustaca kullandı ve ülke ‘demokrasi’ye geçti.
Ancak bu demokratik tecrübe de, hepimizin yakından izlediği gibi, sadece ordunun bir daha ve yeniden ülkenin yöneticisi olduğunu hatırlatmasıyla sonuçlandı.
***
Mısır’ın ordunun tahakkümünden kurtulması, yakın vadede mümkün görünmüyor. Halk kitlelerinin fakirlik ve eğitimsizliğinden istifade eden ordu, kitlesel sefalet nedeniyle insanların kendisine muhtaç olmasından gayet memnun ve bunu körüklüyor. (Kahire’nin ana meydanlarından Seyyide Zeyneb’de, orduya ait kamyonetlerin halka et dağıttığını bizzat gördüm.) Medya, halkın uyutulmasında ordunun baş destekçisi. Böyle bir sosyo-ekonomik ortamda, idealist fikirlerle ve yüce düşüncelerle toplumsal kurtuluş ummak, saf bir hülyadan ibaret, maalesef. ‘Demokrasi’, şu anda Mısır’ın öncelikleri arasında bulunmuyor. Hem devletin (yani ordunun), hem de halkın kâhir ekseriyetinin.
Velhasıl, Mısır’la ilgili plan yaparken, siyaset oluştururken ve Kahire’nin -bölgesel ve uluslararası- bağlantılarını tartarken, ordunun ülkenin en büyük ve yaygın gücü olduğu gerçeğini tekrar tekrar düşünmekte fayda var.