02.03.18, Cuma
Tasavvuf güzel ahlâktır
ABDULLAH MÜRTEİŞ "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Tasavvuf güzel ahlâktır. Bu da üç kısımdır:
Birincisi, Hak ile beraber olmak yâni Allahü teâlânın emirleine uymak ve bu hususta gösterişten uzak durmaktır.
İkincisi halk ile beraber olmak. Bu da büyüklere karşı saygı ve edeb, küçüklere karşı şefkat, emsallere ise insaflı ve âdil davranmakla olur.
Üçüncüsü nefse sâhib olmak. Bu ise nefsin boş isteklerine, hevâ, hevese ve şeytana uymamakla olur. Kim bu üç husûsu nefsinde doğru bir şekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur.
Tasavvuf tamâmen ciddiyettir. Şaka nevinden olan herhangi bir şeyi ona karıştırmayınız.
Bir mecûsinin şikayeti
Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" halîfe iken, şark cephesi kumandanı olan Sa'd bin Ebî Vakkâs, Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak istedi. Bir Mecûsînin evi, arsaya bitişikti. Burayı da satın almak icap etti. Mecûsî satmak istemiyordu. Evine gidip hanımına danıştı. O da; "Onların Medîne'de bir halîfeleri var. Ona gidip şikâyet et!" dedi. Medîne'ye gelip halîfenin sarayını aradı. Dediler ki:
- Onun sarayı, köşkü yoktur.
- Peki şimdi nerededir?
- Kendisi şehir dışına çıktı.
Gidip aradı. Askerleri, muhâfızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini görüp dedi ki:
- Halîfe Ömer'i gördün mü?
Hâlbuki bu zât, Hazret-i Ömer idi.
- Onu niçin arıyorsun?
- Onun kumandanı, benim evimi zorla satın almak istiyor. Kumandanı, halîfeye şikâyet etmeye geldim.
Hazret-i Ömer, Mecûsî ile evine geldi. Kâğıt istedi. Evde kâğıt bulunmadı. Bir kürek kemiği gördü. Kemik üzerine, Besmeleden sonra; "Ey Sa'd! Bu Mecûsînin kalbini kırma! Yoksa hemen yanıma gel!" diye yazdı.. Mecûsî, kemiği alıp evine gelip, hanımına: "Boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızacak." dedi. Kadının ısrar etmesi üzerine Sa'd hazretlerine gitti.
Sa'd, askerleri arasında oturmuş, neş'e ile konuşuyordu. Bir ara gözü, uzakta duran Mecûsînin elindeki kemiğin üzerindeki yazıya ilişti. Emir-ül-müminîn Ömer'in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu âni değişikliğe herkes şaşırdı. Sa'd, Mecûsînin yanına gelip dedi ki:
- Her ne istersen yapayım! Aman beni Ömer'in karşısına çıkarma! Zîrâ, onun cezâsına tâkat getiremem.
Mecûsî, kumandanın bu durumunu görünce, hayretten aklı gitti. Aklı başına gelince, hemen Müslüman oldu. "Neden, hemen Müslüman oldun?" diyenlere şu cevabı verdi:
- Bunların halîfelerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanlarının bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan dine inananlarda olur.
ABDULLAH BİN MENÂZİL "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Eğer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksız kalırsa, o bir ânın bereketini ömrünün sonuna kadar duyar.
Ârif, gafletten uzak olup, hiçbir zaman kendini beğenmez, ucba kapılıp kibirlenmez.
Edeb nedir?" diye sorulunca; "Çok çeşitli târifleri yapılmıştır. Biz deriz ki, edeb insanın nefsini bilmesi, tanımasıdır." buyurdu.
İnsanlar kendi şekâvet ve haksızlıklarına, haddi aşmaya âşık olurlar. Yâni dâimâ kendilerini bedbaht edecek şeyleri yapmak isterler.
Büyük islâm âlimi imâm-ı Muhammed Gazâlî "rahmetullahi aleyh" [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefât etmişdir. Yüzlerce kitâbı içinde, son yazdığı (Kimyâ-i se'âdet) ismindeki kitâbında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Günâhların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini zan etme ve günâhlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zan etdiğin gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden meydâna gelmekdedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehrden ve içine giren zararlı şeylerden meydâna gelmekde olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyânın ni'metlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kapdırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu ni'met ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Dünyâya niye sarılıyorsun? Bütün dünyâ senin olsa ve dünyâdaki insanların hepsi sana secde etse, az zemân sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! İsmleriniz unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyâdan az birşey vermişler. O da bozulmakda, değişmekdedir. Bunlar için, sonsuz Cennet ni'metlerini fedâ ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünyâ, alınan saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıkdı bil ve sana pişmânlık ve azâb kaldı bil!
Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasîhate, önce kendinden başlamalıdır!
Allahü teâlâ, doğru yolda gidenlere selâmet ihsân buyursun! Âmîn.
Son nefes gelinceye kadar, hiç kimse halinden emin olmasın. Hafv ve reca dediğimiz o korku ve endişeyle, ümitle yaşamakta fayda vardır.. Çünki cenab-ı Peygamber 'aleyhissalatü vesselam' buyuruyor ki; Öyle haller vardır ki, bir mü'minin Cennete gitmesine bir zır'a kalmıştır, yani şu kadar bir yer kalmıştır, onu da hallettikten sonra artık Cennete gidecektir, orada bir nefsinden, huyundan, tüyünden bir kelam eder, küfre girer. Bütün ömrü ibadetle geçtiği halde, sonunda Cehenneme gider. Hadis-i şerif bu. Öyle insanlar vardır ki, bütün ömrü küfürle, papazlıkla, zulümle geçer. Ölümüne bir zır'a kala bir kelime-i şehadet getirir, tam bir dönüş yapar, Allahü teala onu Cennetine kor.
Mü'minler bir araya geldikleri zaman, hiç konuşmasalar, hiç laf etmeseler, kalpten kalbe akan nuru, kalpten kalbe akan sevgiyi, kalpten kalbe akan güzelliği zapt edemezler, frenleyemezler. Kötü insanlarla bir araya gelince, onların habasetini frenleyemezsiniz, sizin kalbinize sıkıntı verir. Çok sıkıntı verir.