08.12.17, Cuma
Peygamber Efendimizi çokca anmalıyız
Efendimiz Aleyhisselam (SAV)'ın süt anneleri Hz. Halîme anamız (RA) şöyle anlatmışdır: Hazret-i Muhammedi "sallallahü aleyhi ve sellem" emzirmeye başlayınca sütüm öyle çoğaldı ki, hazret-i Muhammede "aleyhisselâm" ve oğlum Damray'a süt verdiğim hâlde sütüm hiç azalmadı, dolup taşdı. Süt vermeyen devemiz süt vermeye başladı. Evimizde süt bollaşdı. Bütün kaplarımız sütle doldu. Kocam bana: Ey Halîme! Evimiz bereketlendi. Allahü teâlâ bize ihsânda bulundu. Bütün bunlar, yanımızda bulundurmakla şereflendiğimiz bu seâdetli yavrunun bereketi ile olmakdadır derdi ve çok sevinip mutlu olurdu.
• Yine Hz. Halîme anamız (RA) şöyle anlatmışdır: Muhammedi "aleyhisselâm" evime götürmek için alınca, üç gün Mekke'de kaldık. Üçüncü gece, yeşil elbiseler giymiş nûr yüzlü bir kimse Muhammed'in "sallallahü aleyhi ve sellem" yasdığına oturmuş, yüzünden öpüyordu. Kocama da gösterdim. Kocam bunu sakın anlatma. Bilmiş ol ki, bizden dahâ mutlu olarak evine dönen yokdur, dedi.
• Yine Hz. Halîme anamız (RA) anlatmışdır: Mekkeden evimize döneceğimiz zamân merkebime bindim. Muhammed'i "sallallahü aleyhi ve sellem" önüme aldım. Merkeb Kâ'be'ye doğru üç def'a secde etdi. Sonra yola çıkdık. Merkebimiz bütün merkebleri geçdi. Yol arkadaşlarımın hepsi geride kaldı. Bana, ''ey Halîme, merkebin yularını biraz çek. Bu merkeb gelirken zorla yürüyen merkeb değil midir?'' dediler. Ben de kucağımdaki Muhammedi "sallallahü aleyhi ve sellem" göstererek, ''öyle zan ediyorum ki, bu iş şu oğulcuğumun bereketiyledir'' dedim.
• Yine Hz. Halîme anamız (RA) anlatmışdır: Benî Sa'd menzillerinden konakladığım her yer yeşerir, oranın güzelliği ve tâzeliği artardı. Allahü teâlâ hayvanlarımıza öyle bir bereket verdi ki, koyunlarımızın memeleri sütle doldu. Benî Sa'dlılar çobanlarını azarlayıp derlerdi ki, ''niçin Ebû Züveybin koyunları semîz ve sütlüdür de, bizim koyunlarımız za'îf ve sütsüzdür. Siz de koyunlarınızı onların koyunlarının otladığı yerde otlatınız'' derlerdi.
(Zâd-ül Mukvîn) kitâbında diyor ki, (Resûl aleyhisselâmın komşusu bir ihtiyâr kadın vardı. Kızını Resûl aleyhisselâma gönderdi. Namâz kılmak için örtünecek bir elbisem yok. Bana, namâzda örtünecek bir elbise gönder diye yalvardı. Resûl aleyhisselâmın o ânda başka elbisesi yokdu. Mubârek arkasındaki entârîyi çıkarıp, o kadına gönderdi. Namâz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi.
Eshâb-ı kirâm "radıyallahü teâlâ aleyhim ecma'în", bu hâli işitince, Resûl "aleyhisselâm" o kadar cömerdlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemâ'ate gelemiyor. Biz de herşeyimizi fakîrlere dağıtalım dediler.
Allahü teâlâ, hemen İsrâ sûresinin yirmidokuzuncu âyetini gönderdi. Önce habîbine, hasîslik etme, birşey vermemezlik yapma buyurup, sonra da, sıkıntıya düşecek ve namâzı kaçırarak, üzülecek kadar da dağıtma! Sadakada ortalama davran buyurdu. O gün, namâzdan sonra, hazret-i Alî "kerremallahü vecheh", Resûlullahın yanına gelip, (Yâ Resûlallah "sallallahü aleyhi ve sellem"! Bugün, çoluk çocuğuma nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünc almışdım. Bunun yarısını size vereyim. Kendinize antârî alınız) dedi.
Resûl "aleyhisselâm" çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir antârî satın aldı. Geri kalan iki dirhem ile yiyecek almağa giderken gördü ki, bir a'mâ oturmuş, Allah rızâsı için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir diyordu. Almış olduğu antârîyi bu a'mâya verdi. A'mâ, antârîyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resûl aleyhisselâmın mubârek elinden geldiğini anladı. Çünki, Resûl aleyhisselâmın bir kerre giydiği herşey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. A'mâ düâ ederek, (Yâ Rabbî! Bu gömlek hurmetine, benim gözlerimi aç) dedi. İki gözü hemen açıldı. Resûl "aleyhisselâm"ın ayaklarına kapandı.
Resûl "aleyhisselâm" oradan ayrıldı. Bir dirhem ile bir antârî satın aldı. Bir dirhem ile de yiyecek satın almağa giderken, bir hizmetci kızın ağladığını gördü. (Kızım, niçin böyle ağlıyorsun?) buyurdu. Bir yahûdînin hizmetcisiyim. Bana bir dirhem verdi. Yarım dirhem ile bir şişe ve yarım dirhem ile de yağ satın al dedi. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düşdü. Hem şişe, hem de yağ gitdi. Şimdi ne yapacağımı şaşırdım dedi. Resûl "aleyhisselâm", son dirhemini kıza verdi. (Bununla şişe ve yağ al. Evine götür) buyurdu. Kızcağız, eve geç kaldığım için, yahûdînin beni döveceğinden korkuyorum dedi. Resûl "aleyhisselâm", (Korkma! Seninle birlikde gelir, sana birşey yapmamasını söylerim) buyurdu.
Eve gelip, kapıyı çaldılar. Yahûdî kapıyı açıp, Resûlullahı "sallallahü aleyhi ve sellem" görünce şaşırıp kaldı. Yahûdîye, olanı biteni anlatıp, kıza birşey yapmaması için şefâ'at buyurdu. Yahûdî, Resûlullahın ayaklarına kapanıp, (Binlerce insanın baş tâcı olan, binlerce arslanın, emrini yapmak için beklediği ey koca Peygamber! Bir hizmetci kız için, benim gibi bir miskînin kapısını şereflendirdin. Yâ Resûlallah! Bu kızı senin şerefine âzâd etdim. Bana îmânı, İslâmı öğret. Huzûrunda müslümân olayım) dedi. Resûl "aleyhisselâm", ona müslümânlığı öğretdi. Müslümân oldu. Evine girdi. Çoluğuna çocuğuna anlatdı. Hepsi müslümân oldu. Bunlar, hep Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" güzel huylarının bereketi ile oldu.
Ebû Hüreyre "radıyallahü anh" diyor ki, (Bir gazâda, kâfirlerin yok olması için düâ buyurmasını söyledik. (Ben, la'net etmek için, insanların azâb çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim) buyurdu). Enbiyâ sûresinin yüzyedinci âyetinin meâl-i şerîfi, (Seni, âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) dir.
Ebû Sa'îd-i Hudrî "radıyallahü anh" buyurdu ki, (Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" hayâsı, bâkire İslâm kızlarının hayâlarından dahâ çokdu).
Enes bin Mâlik "radıyallahü anh" diyor ki, (Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" bir kimse ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikce, mubârek elini ondan ayırmazdı. O kimse, yüzünü çevirmedikce, mubârek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygı olmak için mubârek bacağını dikip oturmazdı).
Câbir bin Sümre "radıyallahü anh" diyor ki, (Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" az konuşurdu. Lüzûmlu olduğu zamân veyâ birşey sorulunca söylerdi). Bundan anlaşılıyor ki, her müslümânın (Mâlâ-ya'nî),fâidesiz şey söylememesi, susması lâzımdır. Mubârek sözlerinde tertîl ve tersîl vardı. Ya'nî, gayet açık ve metodlu konuşur ve kolay anlaşılırdı.
Enes bin Mâlik "radıyallahü anh" buyuruyor ki, (Resûl "aleyhisselâm" hastayı ziyârete gider, cenâze arkasında yürür, çağrılan yere giderdi. Eşeğe de binerdi. Resûl aleyhisselâmı Hayber gazâsında gördüm. Yuları bir ip olan eşek üzerinde idi. Resûl "aleyhisselâm" sabâh namâzından çıkınca, Medîne çocukları ve işçileri su dolu kablarını önüne getirirler. Mubârek parmağını içine sokmasını dilerlerdi. Kış ve soğuk su olsa da, herbirine mubârek parmağını sokar, gönüllerini yapardı). Yine Enes "radıyallahü anh" diyor ki, (Bir küçük kız, Resûl aleyhisselâmın elini tutup bir iş için götürseydi, birlikde gider, müşkilini hâl ederdi).
Câbir "radıyallahü anh" diyor ki, (Resûl aleyhisselâmdan birşey istenip de yok dediği işitilmedi).
Enes bin Mâlik "radıyallahü teâlâ anh" buyuruyor ki, (Resûl "aleyhisselâm" ile birlikde gidiyordum. Üzerinde bürd-i Necrânî vardı. Ya'nî Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekdi ki, paltonun yakası mubârek boynunu çizdi, yeri kaldı. Resûl "aleyhisselâm" geriye döndü. Köylü zekât malından birşey istedi. Resûl "aleyhisselâm", onun bu hâline güldü. Ona birşey verilmesi için emr buyurdu). (Tetimmet-ül mazher) kitâbında diyor ki, (Buradan anlaşılacağına göre, insanların başında bulunan kimsenin, Resûl aleyhisselâma uyarak, bunların ezâ ve sıkıntılarına katlanması lâzımdır. Zâten sıkıntıya katlanmak, herkes için iyi bir huydur. Üstlerin katlanması ise dahâ güzel olur).
• Mücâhid "radıyallahü teâlâ anh" demişdir ki: İbni Abbâsdan "radıyallahü anhümâ" Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" emzirilmesi husûsunda, kuşların ve diğer canlıların münâkaşa edip-etmediklerini sordum. İnsanlardan başka bütün canlılar, Onu emzirmek için nizâ', münâkaşa etdiler, dedi. Çünki, O doğunca; Ey canlılar! Muhammed "sallallahü aleyhi ve sellem" doğdu. Onu emzirene ne mutlu diye bir nidâ geldi. Bunun üzerine bu husûsda bütün canlılar münâkaşaya tutuşdu. Sonra; Onu insanlardan birinin emzirmesi takdîr olunmuşdur diye bir nidâ geldi. Üç gün sonra Ebû Lehebin câriyesi Süveybe hâtun, Halîme hâtun gelinceye kadar dört ay emzirdi.
• Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimizin doğduğu gece, Îrân kralı (Kisrânın) sarâyı sallandı ve ondört burcu yıkıldı. Fârisin (mecûsîlerin) bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve gölünün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsîlerin meşhûr âlimi Mü'bedân rü'yâsında, serkeş develerin önlerine katdığı atları öldürüp, Dicle nehrini geçdiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını gördü. Kisrâ, sarâyının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korkdu. Kimseye bildirmek istemedi. Fakat sabâhleyin tahtına oturunca sabr edemeyip bu hâdiseyi vezîrlerine ve ileri gelen adamlarına anlatdı. O bunları anlatırken mecûsîlerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektûb geldi. Kisrâ dahâ çok endişelendi. Sonra Mü'bedân gördüğü rü'yâyı anlatdı. Kisrâ, Mü'bedâna bu hâdiseler için ne denebilir? diye sordu. O da, bunlar arablar arasında meydâna gelen bir hâdiseye işâretdir, dedi. Sonra Kisrâ, Nu'mân bin Münzîre mektûb yazıp, bu hâdisenin îzâhını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânîyi gönderdi. Kisrâ bu hâdiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki: Bu ilmi dayım Satîh kâhin bilir. O Şâmdadır, dedi. Kisrâ, git ondan bu hâdiseleri sor dedi. Şâma gidip Satîh kâhini buldu. O ânda ölmek üzere idi. Selâm verdi, cevâb alamadı. Bir şi'r okumaya başladı. Satîh kâhin şi'ri işitince gözlerini açdı ve ey Abdülmesîh! Kisrâ, sarâyının sallanması, burçlarının yıkılması, Mü'bedânın rü'yâsı, Sâve gölünün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi, dedi. Bunların hepsi âhır zamân Peygamberinin doğduğuna işâretdir. O bu beldeleri alacakdır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse Îrâna pâdişâhlık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacakdır. Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ ondört kişi pâdişâhlık yapdıkdan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zamân alır, dedi. Fakat bu kisrâlardan on kişinin pâdişâhlığı dört senede bitdi. Diğer dördü Emîr-ül mü'minîn Osmân "radıyallahü anh" zamânına kadar saltanat sürdüler.