Taha Kılınç
Kim bir kardeşini sevindirirse..
Hindistânın büyük âlimlerinden, mürşid-i kâmil Muhammed Ma'sûm Fârûkî "rahmetullahi aleyh", (Mektûbât)ının birinci cildi yüzkırkyedinci mektûbu, Mîr Muhammed Hâfîye yazılmışdır. Fârisî olarak buyuruyor ki:
Bir hadîs-i şerîfde, (Bir mü'min kardeşinin ihtiyâcını karşılamak için giden kimseye, her adımı için yetmiş sevâb verilir ve yetmiş günâhı afv olunur. Onu sıkıntıdan kurtarınca, anadan doğmuş gibi günâhlarından kurtarılır. Bu yardımı yaparken ölürse, hesâbsız olarak Cennete girer) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Bir din kardeşinin sıkıntısını gidermek için, onunla hükûmete[mahkemeye] giderse, sırât köprüsünü ayağı kaymadan geçenlerden olur)buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Amellerin, ibâdetlerin efdali, en kıymetlisi, bir mü'mini sevindirmek veyâ elbise vermek veyâ aç ise doyurmak veyâ herhangi bir ihtiyâcını karşılamakdır) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Farzlardan sonra, amellerin en kıymetlisi, bir müslimânı sevindirmekdir) buyuruldu.
Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, mü'min kardeşini sevindirince, Allahü teâlâ bir melek yaratır. O kimse ölünceye kadar bu melek hep ibâdet eder. Ölüp kabre konunca, yanına gelerek, beni tanıyormusun der. Hayır, sen kimsin deyince, bir müslimâna vermiş olduğun sevincim. Bu gün seni sevindirmek ve süâl meleklerine cevâb verirken yardımcı olmak ve cevâblarına şehâdet etmek için, şimdi sana gönderildim. Kabrde ve kıyâmetde sana şefâ'at edeceğim. Sana Cennetdeki makâmını göstereceğim der) buyuruldu. Çok kimsenin Cennete girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, (Takvâ, ya'nî harâmlardan sakınmak ve güzel huylu olmakdır) buyuruldu. Çok kimsenin Cehenneme girmesine sebeb olan şey nedir denildikde, (Dili ve fercidir. Ya'nî tenâsül uzvudur) buyuruldu.
-- Saf, temiz, bir mübarek zât varmış. Ya Rabbi, diye dua ediyor, bir şeyler istiyormuş. Şeytan insan şeklinde gelmiş, bu kadar senedir yalvarıyorsun, sana hiç cevap veren olmuyor. Bu işten vazgeç demiş. O da, doğru söylüyorsun demiş. Rüyasında bir mübarek zât, sakın o mel'unun dediğine inanma. Çünki, eğer Allahü teala vermek istemeseydi, sana ya Rabbi, dedirtmezdi. Eğer seni sevmese, sana vermek istemese, sen zaten ya Rabbi, diyemezsin. Senin sesine bundan daha fazla icabet olur mu? Senin yalvarman, çok şey kazanman demektir, demiş.
Kul, ya Rabbi deyince, Allahü teala "Ne istiyorsun?" buyururmuş. Ne kadar hoş! Ne istenmez ki! O zaman, isteyebildiğin kadar iste. Çünki, o isteği veren de, O'dur. O istemek arzusunu, düşüncesini vermese, gene isteyemezsin.
Sual: Bazı kimseler, dünyada zekâtı verilmeyen malların, ahirette azap aleti olarak, insana geri çevrileceğini söylüyorlar. Gerçekten böyle midir, böyle bir şey var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Riyâd-un-nâsıhîn kitabında deniyor ki:
“Hazret-i Ali naklediyor: Resulullah efendimiz Veda Haccında buyurdu ki:(Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur.) Yani, zekât vermeyi vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günaha girdiğini bilmezse, imanı gider. Senelerle zekât vermeyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, Müslümanların hakkını hatırına bile getirmezler. Böyle kimseler, Müslüman olarak tanınır. Fakat bunlardan, imanını kurtaran pek nadir olur. Zekât vermek, Kur’ân-ı kerimin otuziki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Tövbe suresi, 34. âyet-i kerimesi, böyle kimseler için olup, burada mealen; (Malı, parayı biriktirip zekâtını, Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!)buyurulmaktadır. Bu azabı, bundan sonraki âyet-i kerime bildirmekte olup, mealen;(Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır)buyurulmuştur.” İmâm-ı Gazâlî hazretleri de buyuruyor ki:
“İnsanlardan her biri, dünyada sımsıkı sakladıkları malı boyunlarına geçirmişlerdir. Deve zekâtını vermeyenlerin, boynuna deve yüklenir. Sığır, koyun zekâtı vermeyenler de, böyle olur. Bunların feryatları âdeta gök gürlemesi gibidir. Ekin zekâtını, yani uşrunu vermeyenlerin boynuna ekin denkleri yüklenir. Eğer buğday ise, buğday, arpa ise arpa yani hangi cinsten ise o dolmuştur ki, ağırlığından altında, vâveylâ, vâseburâ diye bağırırlar. Altın, gümüş ve kâğıt para ve sair ticaret malı zekâtından vermeyenler de, dehşetli bir yılanı yüklenirler ki, değirmen taşlarını yüklenmiş kadar ağırlığı vardır. Feryat edip bağırırlar, bu nedir, derler. Melekler onlara; (Bunlar, dünyada zekâtını vermediğiniz mallarınızdır)derler. İşte bu hal, Âl-i İmrân sûresinin mealen; (Dünyada esirgedikleri, kıyamet günü boyunlarına takılır) olan, 180. âyet-i kerimesi ile bildirilmiştir.”
Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında farz oldu. Her Müslümanın tam mülkü olan nisap miktarındaki zekât malının, belli zamanda, belli miktarını, zekât niyeti ile ayırıp, emredilen Müslümanlara vermektir. Tam mülk, helal yoldan gelip, kullanması mümkün helal malı demektir. Gasp, hırsızlık, rüşvet, kumar ve fasit olarak satın aldığı mal gibi, haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile karıştırmamış ise, bu haram mallar, mülkü olmaz. Kullanması, nafaka yapması helal olmaz. Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz. Bunların zekâtını vermesi farz olmaz, zekât nisabının hesabına katılmazlar. Sahipleri veya vârisleri belli ise, kendilerine geri vermesi farzdır. Belli değilse, hepsini sadaka olarak fakirlere dağıtırsa da, sonra sahibi çıkıp, ödemesini, tazminini isterse, öder. Sahiplerini buluncaya kadar dayanamayıp bozulacak malı, kendi kullanıp, sonra tazmin etmesi, yani benzerini, benzeri yoksa kıymetini ödemesi caiz olur.
Bir ticaret şirketine ortak olanın, hissesi nisab miktarı ise, kendi hissesinin zekâtını hesap ederek vermesi lazımdır.