Taha Kılınç
İslâm nuru
Alman fikr adamı ve yazarı Emil Ludwig (1881-1948) bir eserinde şöyle yazmakdadır: (Mısrı ziyâret etmişdim. Bir akşam üstü Kızıldenizin kenârında yürüyordum.. Birdenbire sessizlik içinde bir ezân sesi işitdim. Bütün vücûdüm Allah korkusu ile ürperdi. Birdenbire içimden derhâl suya atılıp müslimânlar gibi abdest almak, sonra onlar gibi secdeye kapanarak Allaha yalvarmak arzûsu geldi). Bu da, yazarın kalbinde geçici bile olsa, bir hidâyet nûrunun parladığını göstermez mi?
Kalbinde böyle bir hidâyet nûru hissetmiş olan Lord Hadley, (İslâmiyyetin sâde, fekat nûr içinde parlayan büyüklüğünü gördükden sonra, insan karanlık dehlizden, gün ışığına kavuşan bir kimse gibi oluyor) demiş ve İslâm dînini kabûl etmişdir. Eğer îmân etmeden ölenlerini Allahü teâlâ âhiretde cezâlandıracaksa da, insanlara yapdıkları iyilikleri sebebiyle cezâlarını hafîfletecekdir. Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlâ Zilzâl sûresinin yedinci ve sekizinci âyetlerinde meâlen, (Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükâfâtını görecek, kim zerre kadar kötülük yaparsa onun cezâsını görecekdir) buyurmakdadır.
Nesûhî hazretleri "rahmetullahi aleyh" İstanbul'da yaşayan evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Nesûh'dur. Kastamonulu Şeyh Şa'bân-ı Velî hazretlerinin torunlarındandır. Şa'bân-ı Velî silsilesinden "Karabaş tecvidi" adlı eserin sahibi olan Ali Efendi'nin talebesidir. On ciltlik tefsîri vardır. 1130 (m. 1718) senesinde Ramazân-ı şerîfde vefât etti. Üsküdar'ın Doğancılar semtinde Dördüncü Mehmed Hân'ın dâmâdı Hasen Paşa'nın yaptırdığı câmi yanında medfûndur. Türbesi ziyâret edilmektedir.
Nesûhî Efendi'nin hanımı anlattı: "Ramazân-ı şerîf idi. Bir gece uyandığımda, yanımda Nesûhî Efendi'yi göremeyince dergâhın bahçesine çıktım. Onu bahçede gezinirken gördüm. Yanına yaklaşıp; "Muhterem efendim! Bu gece vakti bu bahçede niçin gezinip durursunuz?" diye sordum. O da; "Allahü teâlâ bilir ya, bu bayramı burada geçireceğiz. Şimdiden kendime yer hazırlıyorum" buyurdu. Ben bu haberden bîhoş oldum ve; "Niçin böyle söyleyip yüreğimizi yakıyorsun?" dediğimde de; "Takdîr-i ilâhî böyledir" diye cevap verdi. Aradan günler geçti. Ramazân-ı şerîfin sonlarında vefât edip Allahü teâlânın rahmetine gark oldu. Hakîkaten buyurduğu yere defn olunarak, bayramı orada geçirdi."
Mâlik bin Dinar "rahmetullahi aleyh" hazretleri şöyle anlatır:
Birgün, toprakla oynayıp ba'zan gülen ba'zan ağlayan bir çocuğa rastladım, önce çocuğa selâm vermek istedim. Fakat kibirden selâm vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefs! Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) büyüklere de küçüklere de selâm verirdi" diyerek çocuğa selâm verdim.. Çocuk; "Ve aleykümselâm ve rahmetullâhi ve berakâtühû yâ Mâlik bin Dinar" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin hâlde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk; "Âlem-i melekûtta benim rûhumla senin rûhun karşılaştı. Bizi Allahü teâlâ karşılaştırdı" dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefs arasında ne fark var?" diye sorunca, çocuk; "Nefisin seni selâmdan men etti. Aklın ise seni selâm vermeğe teşvik etti" diye cevap verdi.
"Sen neden toprakla oynuyorsun?" diye sordum. Çocuk; "Topraktan yaratıldık, yine toprağa karışacağız" dedi.
Ben yine; "Seni ba'zan ağlarken ba'zan gülerken görüyorum. Sebebi nedir acaba?" diye sordum.
"Rabbimin azâbını hatırladığım zaman ağlıyorum. Rahmetini hatırladığım zaman ise tebessüm ediyorum" dedi.
"Ey oğul! Senin hangi günâhın var ki ağlıyorsun?" diye sorunca, çocuk; "Yâ Mâlik! Bunu söyleme. Zîrâ ben anamdan; küçük odun olmadan, büyüklerin tutuşmadığını gördüm" diye cevap verdi."