Taha Kılınç
Her müslümân, küfre sebeb olan şeyleri iyi öğrenmelidir
İslâm dîninin inançlarını, emrlerini ve yasaklarını bildiren binlerce kıymetli kitâb yazılmış, bunların çoğu, yabancı dillere çevrilerek, her memlekete yayılmışdır. Buna karşılık, bozuk düşünceli, kısa görüşlü kimseler ve câsûslara aldanmış olan câhil din adamları, her zamân, islâmın fâideli, feyzli ve ışıklı ahkâmına, ya'nî emrlerine, yasaklarına saldırmış, onu lekelemeğe, değişdirmeğe, müslümânları aldatmağa uğraşmışlardır.
İslâm âlimlerinin şimdi de, dünyânın hemen her yerinde, islâm i'tikâdını yaymağa, savunmağa çalışdıkları şükranla görülmekdedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okumamış veyâ anlıyamamış, tektük kimsenin, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden yanlış ma'nâlar çıkararak, uygunsuz konuşmaları ve yazıları da görülüyor ise de, böyle sözler ve yazılar, müslümânların sağlam îmânı karşısında, eriyip gitmekde, sâhibinin bilgisizliğini göstermekden başka te'sîri olmamakdadır. Müslümân olduğunu söyliyen veyâ cemâ'at ile namâz kılarken görülen bir kimsenin müslümân olduğu anlaşılır. Sonra, bunun bir sözünde, yazısında veyâ bir hareketinde, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân bilgilerine uymıyan birşey görülürse, bunun küfr veyâ dalâlet olduğu kendisine anlatılır. Bundan vazgeçmesi, tevbe etmesi söylenir. Kısa aklı, bozuk düşüncesi ile cevâb verip vazgeçmezse, bunun sapık veyâ mürted olduğu yâhud kâfirlere satılmış olduğu anlaşılır. Namâz kılsa, hacca gitse, her ibâdeti ve iyiliği yapsa da, bu felâketden kurtulamaz. Küfre sebeb olan şeyden vazgeçmedikce, bundan tevbe etmedikce müslümân olamaz. Her müslümân, küfre sebeb olan şeyleri iyi öğrenerek, mürted olmakdan korunmalı, kâfir olanları ve müslümân görünen yalancıları ve câsûsları iyi tanıyıp, zararlarından sakınmalıdır. |
Bu büyüklerin arasında en fakir olanlardan biri, Ubeydullâh-ı Ahrâr hazretleri imiş. Öyle ki, bir elbisesi varmış ve boyu uzayınca elbise kısalıyormuş. Birgün bir lokantanın önünden geçerken bir fakiri açlıktan ölecek halde görmüş. Parası da yokmuş. Lokantacıya, sana sarığımı versem, sen de kesip bez yaparsın... Bunun karşılında bu fakire bir çorba verirmisin demiş. Lokantacı da olur demiş ve vermiş. Bu da Cenab-ı Hakkın çok hoşuna gitmiş ve Ubeydullahi Ahrar hazretlerine çok büyük servet vermiş. Ama kendisi sadece dağıtıyormuş. Birgün gençlikte medresede dört arkadaş kalıyorlarmış ve kalb hallerinden de hiç haberi yokmuş. Sadece ilm öğreniyormuş. Birgün üç arkadaşı çok hasta olmuş. Doktor gelmiş, Ubeydullâh-ı Ahrâr hazretlerine, hemen bu odayı boşalt, çünki bunlar bulaşıcı bir hastalığa müptela oldu, sen de ölürsün demiş. Kaderse böyle ölürüm deyip, arkadaşlarını bırakmayıp, gece gündüz onların hizmetlerini yapmış, kat'iyyen odayı terk etmemiş. Sabah bir kalkmış ki, bütün vücudu değişmiş, nura gark olmuş. Anlamış durumu.. hemen ellerini açıp, ya rabbi, bu arkadaşlara şifa ver diye dua etmiş ve arkadaşları aslan gibi ayağa kalkmışlar. Allahü tealanın en çok sevdiği amel ve ibadet, kim olursa olsun, Onun kullarına hizmettir. Allahü telanın mahluklarına karşı merhametli ve şefkatli olan, daima merhamet ve şefkatle karşılanır. Eden kendine eder. İyilik eden de kötülük eden de kendine eder. Bir insan acaba ben Rabbimin indinde makbûlmüyüm, değilmiyim, ben dua alabiliyormuyum, diye kendisine sormalıdır. İnsan Ehl-i sünneti anlatan bir kitabı veremiyorsa, niye yaşar ki? Peygamber efendimiz "aleyhissalatü vesselam" buyuruyor ki; Bid'atler yayıldığı zaman, bir sünnetimi ihya edene, açığa çıkarana yüz şehid sevabı verilir. Verdiğimiz kitabda kaç tane sünnet, kaç tane vacip, kaç tane farz var... İman var. Bu fırsat kaçırılırmı.. O halde, ahirette hiç kimse kimseye kabahat bulamaz. Mevlana Hâlid-i Bağdadi hazretleri buyuruyorlar ki; Allahın dergahında ehil, nâ ehil beraberdir. Onun dergahında sen bizdensin, sen bizden değilsin diye bir ayırım yoktur.