Taha Kılınç
Güldeste
Ebü'l-Hüseyin isminde birisi, bir gün hocam Husrî'yi incitmişti. O andan beri kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum.
Tasavvuf ehli arasında; "Benim elbisem, benim ayakkabım." demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müstesnâ.
ABDULLAH BİN MENÂZİL "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
Tevekkül sâhibi, her şeyden yüz çevirip Allahü teâlâya dönen kimsedir.
Farzlardan birini edâ etmeyen, sünneti yapmama belâsına yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid'ate, hurafeye düşmesi muhakkaktır.
Sâhib olduğun zamanların en üstünü, nefsinin istek ve arzularından kurtulduğun ve halk için kötü düşünmediğin vakittir.
Nefsi için bir hizmetçi istemediği müddetçe kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düşmüş ve kulluğun edeblerini terkedip sınırlarını aşmış olur. Çünkü, başkasının kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüştür.
Musa 'aleyhisselamın' birgün çok karnı ağrımış. Cenab-ı Hakka yalvarmış, ya Rabbi, karın ağrısından ölüyorum, bana ilaç, şifa, demiş. Cebrail 'aleyhisselam' gelmiş, Allahü teala buyuruyor ki; Dağa gitsin, şu şu şu cins otları toplasın, kaynatsın, içsin, bi iznillah şifa olur, demiş. Musa 'aleyhisselam' dağa gitmiş, o otları bulup kaynatıp içmiş ve ayağa kalkmış. Aradan üç-beş ay geçmiş, tekrar karnı ağrımış. Tekrar dağa gitmiş, aynı otları bulup kaynatmış, daha beter hastalanmış. Ellerini açmış, ya Rabbi, aynı otları kaynatıyorum. Bundan evvel bir defada geçti, şimdi içtikçe karnımın ağrısı artıyor. Ya Rabbi, ne hikmeti var, demiş. Cebrail 'aleyhisselam' gelmiş, ya Musa, Rabbim sana gücendi. Önce, Allah dedin, sonra ot; şimdi önce ot, sonra Allah diyorsun, demiş.
İnsanın vücudunda en kıymetli organ, kalptir. Bizim dinimizin esası; kalbi hastalıktan kurtarmaktır. Çünki, kalbi hasta yapan, insanın içinde bir düşman vardır. Hem Allah'a düşman, hem de kalbe düşmandır. O da insanın nefsidir. Nefse karşı bir panzehir lazımdır. Bu panzehir, bu büyük zâtların kendileri veya eserleridir. Eser deyince; hem kitapları hem de talebeleridir. O zatlardan birine rastlayan kurtulur. Onun için insan dünyada beraber olduğu, sevdiği kişilerle haşr olunacaktır. Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir. Çünki, insan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle diriltilir. Kimlerle berabersek, ahirette de onlarla beraber olacağız. Çünki, Peygamber efendimiz "aleyhissalatü vesselam" buyuruyor ki; El mer'ü mea men ehabbe.. Ne ile meşgulseniz, dünyada kimlerle beraberseniz ahirette de onunla berabersiniz, buyuruyor. Onun için kim Allahü tealayı çok anarsa, Allahü teala ile beraber olur. Kim Peygamber efendimiz'e çok salevat-ı şerife getirirse, Peygamberimizle "aleyhissalatü vesselam" beraber olur.
Vahiy meleği Cebrail aleyhisselam anlatıyor:
-Allahü teâlâ beni yarattı. Onsekizbin yıl arz altında kaldım...
-Ey Cebrail seni kim yarattı?
-Sen yarattın ya Rabbi. Her şey senin ve sen her şeyi yaratansın... Bense, güçsüz ve ihtiyaç sahibi bir mahlukum.
Konuşmadan sonra bir onsekizbin yıl daha geçti... Yüce Allah yine sordu:
-Seni kim yarattı?
-Ya Rabbi, beni yaratan; öldürmeye ve diriltmeye kudreti olan Sensin. Bense kuvveti hiç bir şeye yetmez biçareyim.
Üçüncü onsekizbin yıl da geçti...
-Ey Cebrail, ben kimim, sen kimsin?...
-Allahım, sen her şeyin yaratıcısı ve sahibi; bense bir kulcağızım.
Bu cevabımın peşinden bir merakımı dile getirdim:
-Ya Rabbi benden üstün bir varlık halkettin mi?
-Karşına bak, buyurdu...
Yüce emre uyarak gösterilen yere baktığımda bir nur gördüm. Ama nasıl bir nur? Güzelliğine hayran kaldım. Dört tarafında da dört ayrı nur?
-Allahım, gözlerimi alan bu harika aydınlık da ne?
-Seni, ne kadar melek varsa hepsini ve bütün her şeyi aşkına yarattığım nur!... O, en aziz kulum ve Peygamberimdir. O, canlı cansız her şeyin en üstünü ve en hayırlısı olan Muhammed Mustafa'dır"sallallahü aleyhi ve sellem".
Sordum:
-Ya çevresindeki nurlar?
-Sağındaki Ebu Bekr-i Sıddik, solundaki Ömer ibni Hattab, önündeki Osman bin Affan, ardındaki Ali İbni Ebi Talib'dir. "Radıyallahü teala aleyhim".
-Ya Rabbi; bu beş kişinin diğer insanlardan üstün bir tarafı olmalı!
-Bu beşi kendime dost seçtim. Onları seven beni sevmiş, düşmanlık eden bana düşman olmuş olur. Bunları sevenleri Cennete, sevmeyenleri Cehenneme koyacağım...
Gerçek dostlar
"Bir zaman parasız kaldım ve epeyce borçlandım. Bayram da gelmişti. Hanımım şöyle sızlandı: "Gerçi biz kendi başımıza yokluk ve darlığa sabrederiz. Fakat şu çocuklarımızın hali ne olacak? Onlar komşuların çocuklarını süslenmiş ve düzgün elbiselerle görecekler. Bizim çocuklar ise şu yırtık dökük elbiseler içinde bulunuyor. Keşke onların giyimlerinde harcayacağın bir şeylerin çaresine baksan"
Derhal Haşimî isminde bir dostuma gittim. Durumu anlatıp yardım etmesini istedim. O da içinde bin dirhem (gümüş para) olduğunu belirttiği mühürlü bir keseyi bana verdi. Henüz oradan ayrılmadan, diğer bir dostumla karşılaştım. O da bana, acilen paraya ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de derhal mühürlü keseyi ona verdim. Eşimden utancımdan o geceyi de mescitte geçirdim. Sabahleyin eve varıp durumu bildirince, yaptığımı gayet hoş karşıladı; beni ayıplamadı. Ben böyle çaresizlik içindeyken dostum Haşimî, yanında o mühürlü keseyle birlikte ansızın çıkıp gelivermesin mi? "Bana doğruyu söyle, sana gönderdiğim bu keseyi sen ne yapmıştın" dedi. Ben de başımdan geçen macerayı anlatıverdim. Bana dedi ki: "Sen benden yardım istediğin zaman, sana verdiğim şu paradan başka bir şeyim yoktu. İhtiyacım da vardı. Sen gittikten sonra borç para bulmak için dışarı çıktım. Biraz ileride bir dostumla karşılaştım. Meğer benden aldığın keseyi sen de ona vermişsin. Ona halimi söyleyince, O da senin kendisine gönderdiğin mühürlü keseyi, aynen bana verdi. (Böylece paralar hiç harcanmadan, üç el dolaşarak ilk sahibine dönmüş oldu.)
Vâkıdî "rahmetullahi aleyh" hazretleri der ki; Bu haber halife Memun'a ulaşınca, beni çağırıp durumu sordu. Ben de olup bitenleri ona açıkladım. Benim için yedi bin dinar (altın para) verilmesini emretti. Her birimize ikişer bin, bizim hatun için de bin dinar ayırdı."
ABDULLAH BİN MÜBÂREK "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
İlmin evveli niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra muhâfaza, sonra da yaymaktır.
"Nefsini bilen Rabbini bilir." hadîs-i şerîfinin sırrına eren, nefsini sokakta gördüğü köpekten aşağı bilir.
Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür.
Kim ilmi ararsa öğrenir. İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar.. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kıyâmet günü hesaptan kurtulur.