Taha Kılınç
Fatiha-i Şerife
Ümm-ül-Kur'an da denilen Fatiha-i şerifenin meali şöyledir:
(Rahman ve rahim olan Allahü teâlânın ism-i şerifini okuyarak başlıyorum. Hamd ve senanın en üstünü, bütün âlemleri yaratan, [bir nizam üzere birbirine bağlayan] Allahü teâlâya mahsustur. Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette kullarına çok merhamet edicidir. Kıyamet gününün mâliki [ve hâkimi] yalnız Odur. Biz, ancak sana ibadet ederiz [Senden başka ibadete layık ve müstahak olan hiçbir şey yoktur] ve ancak senden yardım isteriz. Bizi [itikadımızda, fiillerimizde, sözlerimizde ve ahlakımızda, ifrat ve tefrit arasında, orta yol olan] doğru yolda bulundur! [Bu yolda bizi sabit eyle!] Bizi kendilerine [fadl ve ihsanınla] nimet verdiğin kimselerin[enbiyanın, evliyanın ve sıddıkların] yolunda bulundur! [Hakkı kabul etmeyip] senin gazabına uğrayanların ve sapıkların yolunda bulundurma! [Âmin].) [C. Veremedi kitabı]
Fatiha-i şerifenin önemi hakkında birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Fatiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez, nazar değmez.) [Deylemi]
(Hayrı en çok olan sûre Fatiha'dır, her derde şifadır.) [Beyheki]
(En faziletli sûre Fatiha'dır.) [Hâkim]
(Fatiha sûresi Allahü teâlânın gazabını önler.) [Şir'a]
(Fatiha sûresi zehirlere şifadır.) [Ebu-ş-şeyh]
Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamla otururken bir melek gelip dedi ki:
(Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen, sadece sana verilen iki nurla seni müjdeliyorum. Bunlar Fatiha sûresiyle, Bekara sûresinin son âyetleridir. Bu ikisini okursan, istediğin mutlaka verilir.) [Müslim]
Eshab-ı kiramdan biri, yılan sokan bir kabile reisine Fatiha sûresini okuyunca, Allahü teâlânın izniyle hasta şifaya kavuştu. Kabile reisi, 30 koyun hediye etti. Sahabi, caiz olup olmadığını bilmediği için Peygamber efendimize sordu. Resulullah, (Ne okudun?) buyurdu. O da, Fatiha sûresini okuduğunu bildirince, ona buyurdu ki:
(Fatiha'nın şifa olduğunu nasıl bildin? O koyunları, yanınızdakilerle paylaşın ve bana da bir hisse ayırın!) [Buhari]
Dua okuması bildirilen yerlerde, Fatiha okumak daha iyidir. Fatiha sûresi, duaların en iyisini bildirmek için nazil oldu. İmam, el-Fatiha dediği zaman, herkesin sessizce okuması iyi olur, çünkü duaların sonunda hamd etmek müstehabdır. Hamd etmenin en iyisi de, Fatiha okumaktır. (Berika)
-- Güneşin karşısına bir ayna konsa, aynanın karşısına başka bir ayna konsa, bu aynadaki görüntü, öbür aynada da görünür. Bir başka ayna konsa, güneş orada da görünür. Taa ki, aynalar devam ettiği müddetçe.. Ama arada ayna olmazsa, görüntü biter. İşte güneşin görüntüsü, böyle aynadan aynaya intikal ettiği gibi, Peygamber efendimiz de 'aleyhissalatü vesselam' manevi bir güneştir, dünyadaki bütün müslümanların hepsine gelen rüşd ve hidayetin, vilayetin kaynağıdır. O, bir güneştir. Aynanın karşısında aynalar vardır, Onlar da Eshab-ı kiramdır. O güneş evvela Eshab-ı kiramın aynalarına yansıdı. O aynalardan da, müteselsilen dünyadaki bütün müslümanlara intikal etti. Peygamberimiz 'aleyhissalatü vesselam', kalbimde ne varsa Ebu Bekr-i Sıddıkın kalbine aktardım, buyurmuştur. Ebu Bekr-i Sıddık da, kalbinde olanları Selman-ı Farisiye aktardı, müteselsilen her asırdaki büyükler talebelerine bu güneşi aktararak ayna olmuşlardır. Hep aynadan aynaya intikal ettiği için, cenab-ı Peygamberin kalbinden çıkan nur neyse, o nura son aynaya bakanlar da kavuşur. Bu nur, kavuşanlara, inşallah hem dünyada, hem kabirde, her yerde yeter ve yetişir. Çünki, O nur bir cevherdir, Allahü teala o nuru çöplüğe koymaz. Bu yolun büyüklerini sevenlerin kalpleri o kadar kıymetlidir ki, Allahü teala bu cevheri o kalplere koymuştur.
Şimdi böyle büyükleri bulabilmek çok zor.. fakat kendileri buyuruyorlar ki; Bizi bulmak isteyenler kitaplarımızın satırlarının arasında bulsunlar. Onun için, Ehl-i sünnet itikadını anlatan kitaplara sahip çıkmak, bunları okumak, okutmak, yaymak, en kıymetli ibadetdir. Bir insanın dünyası için yardımcı olmak bile çok kıymetlidir, yanan bir evden bir insanı kurtarmak ne kadar büyük hizmettir, kaldı ki bu bir dünya ateşidir. Ya ahiret ateşinden kurtarmak… hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Bir insanın dünyası için iyilik yapmak kıymetlidir, fakat ahreti için iyilik yapmak elbette çok farklıdır. İnsanın karnını doyurmak güzeldir ama kalbini doyurmak başkadır. Karnını doyurursanız geçici kısa bir zaman faydası olacaktır, kalbini doyurursanız ebedî ateşten kurtulur.
İnsanın önce kendine, hareketlerine, bütün organlarına adalet etmesi lazımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adalet yapması lazımdır. Adliyecilerin ve hükümet adamlarının da, millete adalet yapması lazımdır. Demek ki, bir insanda adalet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, organlarında adalet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her azasını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Allahü teâlânın âdetini değiştirip, onları aklın ve İslâmiyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dine uygun hareket etmeli, dinin gösterdiği güzel ahlaktan sapmamalıdır. Güzel ahlak ile huylanmalıdır. Herhangi bir amir ise, yine ibadetleri yaptırmalı ve yapmalıdır. Böyle olan kimse, bu dünyada, Allahü teâlânın halifesi olur, kıyamette de adiller için vadedilen nimetlere kavuşur. Böyle hayırlı bir kimsenin hayır ve bereketi, onun bulunduğu talihli zamana, mübarek yere ve orada bulunmakla bahtiyar olan insanlara, hayvanlara, hatta nebatlara, bitkilere ve rızıklara sirayet eder, yayılır. Fakat, Allah korusun, bir yerdeki devlet adamları, şefkatli, iyi huylu, adaletli olmazsa, insan haklarına saldırırlar, zulüm, yağma, işkence yaparlarsa, bunlar adalet erbabı değil, şeytanların yoldaşlarıdırlar.
(Kimyâ-i saadet) kitabında, beşinci bâbda buyruluyor ki: Bir kimsenin dünya ticareti, ahiret ticaretine mâni olursa, bu kimse bedbahttır, zavallıdır. Bir çömlek almak için, altın kupa verene ne denir? Dünya, saksı parçası gibidir. Hem kıymetsizdir, hem de çabuk kırılır. Ahiret ise, altından kupa gibidir ki, hem çok kıymetlidir, hem de dayanıklıdır, kırılmaz. Hatta hiç tükenmez. Dünya ticaretinin ahirete yaraması için ve Cehenneme sürüklememesi için, çok uğraşmak lâzımdır. İnsanın sermayesi, dini ve ahiretidir. Bu sermayeyi kaptırmamak için, çok uyanık olmak lâzımdır. Dinini kayırmak isteyenler şöyle yapmalıdır:
Her sabah şöyle niyet etmelidir ki, kendisinin ve evlat ve ailesinin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, ahiret yolunda yürüyebilmek için, vazifeme gidiyorum demelidir. O gün Müslümanlara iyilik, yardım ve nasihat, emr-i maruf, nehy-i münker yapmağı, kalbinden geçirmelidir. Namazda kusur edenlere, günah işleyenlere, emr-i maruf yapmalı, onlara göz yummamalıdır. Böyle niyet eden bir tüccar, bir memur, bir muallim ve bir hâkim ve bir subay, vazifesini yaptığı kadar, hep sevab kazanır. Onun her işi, ibadet olur. Dünyada kazandığı şeyler de, caba olur. (Tam İlmihal s. 847)
(Kimyâ-i saadet) kitabında, beşinci bâbda buyruluyor ki: En az, binlerle insan çalışmayacak olursa, kendisinin bir gün bile yaşayamayacağını düşünmelidir.Mesela, çiftçi, fırıncı, dokumacı, demirci, iplikçi ve daha nice sanatkârlar, hep onun için çalışıyor. O hepsine muhtaçtır. Herkes onun için çalışıp, ona hazırlayıp da, onun boş oturması, kimseye faydalı olmaması doğru olur mu? Bu dünyada herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lâzımdır. Her Müslüman böyle düşünmelidir. Vazifesine başlarken, Müslüman kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim demelidir. Her Müslüman iyi bilsin ki, bütün sanatlar, farz-ı kifayedir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, ibadet etmek olur. İster kitaplı kâfirler keşfetsin, ister kitapsız kâfirler bulsun, her sanatı öğrenmek ve hele, harp vâsıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmağa çalışmak farzdır. Bu vasıtaları yapabilmek için, gerekli ilimleri, dersleri mekteplerde, bu niyet ile okutmak ve okumak hep ibadet olur. Namaz kılan insanın bu niyet ile, her işi ibadet olur. Namaz kılmayanların her hareketi de günah olur. O hâlde, her Müslüman, namazını kılmalı, sonra farz olduğunu düşünerek, vazifesini yapmalıdır. İş görürken niyetin doğru olmasına alâmet, insanlara faydalı olan bir meslek, bir sanat seçmektir. Yani, öyle bir iş görmeli ki, eğer o iş olmasa, Müslümanlar sıkıntı çekerdi. O hâlde, keyif, oyun ve benzerlerine, sanat dense de ve haram işleyenlere sanatkâr ismi verilse de, bunları yapmak ibadet olmaz. Hatta, haram olmayan, mubah olan, fakat insanlara lüzumlu olmayan sanatları seçmemelidir. Hadîs-i şerifte buyuruldu ki, (En iyi ticaret, bezzazlıktır, kumaş satmaktır. En iyi sanat, terziliktir). (Tam İlmihal s. 847)