Mısır'ın başkenti Kahire'de bulunan Ezher Üniversitesi, Batılı kaynaklarda ve günlük medya dilinde, “İslâm dünyasının en yüksek dini otoritesi” olarak anılır. Ezher'den herhangi bir açıklama yapıldığında, bu adeta bütün Müslümanları bağlayacak bir nihai hüküm gibi takdim edilir. Kurumun yöneticisi konumundaki Ezher Şeyhi (şu anki isim, Prof. Dr. Ahmed Tayyib) de adeta “Müslümanların halifesi” imiş gibi sunulur. Ezher Şeyhi'nin Araplar arasındaki yaygın lakabı ise “İmâmu'l-Ekber” yani “İmamların en büyüğü”dür.
Tüm bunlar, Sünnî dünyanın en köklü dini yapılanması olması hasebiyle (kuruluşu 970), Ezher'in yüz yıllar içinde oluşan otoriter imajından kaynaklanan söylemler. Yoksa, İslâm dünyasının mevcut durumu ve yapısı çerçevesinde, Ezher Üniversitesi'nin “en büyük” ya da “en saygın” olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Ezher için, en fazla “Mısır'ın elindeki güçlü bir siyasi ve dini koz” nitelemesini yapmak uygun düşer.
Son karizmatik ve efsanevi şeyhini (Prof. Dr. Muhammed Mustafa Merâğî) 1945'te kaybeden Ezher Üniversitesi, özellikle 1952 darbesinden itibaren Mısırlı asker yöneticilerin himayesi ve kontrolü altında bulunuyor. Cemal Abdunnâsır'ın, Ezher şeyhlerinin atanma ve görevden alınma prosedürlerini tamamen tekeline almasıyla birlikte siyasi iktidar karşısındaki bağımsızlığını tümüyle yitiren kurum, bu durumla eş zamanlı olarak ilmî derinliğini ve fikrî verimliliğini de kaybetti. İslâm dünyası, Ezher mahreçli sarsıcı ve ufuk açıcı herhangi bir yayın ya da fikirle karşılaşmayalı on yıllar oluyor. Ezher, bugün köhnemiş ve pörsümüş yapısıyla, hantal bir bürokratik aygıt görünümünde. Tıpkı, Suudilerin kontrolündeki İslâm İşbirliği Teşkilâtı gibi.
***
2013'te gerçekleşen askeri darbe sürecinde, kendisini ordunun sacayağı olarak konumlandıran Ezher, Abdulfettah Sisi yönetimiyle beraber, kalan son saygınlık kırıntılarını da heba etti. Sisi'nin “din dilinin değiştirilmesi” çağrısına ivedilikle icabet eden kurum, özellikle son iki yıldır müfredatında ve yayınlarında kapsamlı bir değişim hamlesini sürdürüyor.
Şeyh Ahmed Tayyib'in vekili Abbas Şuman'ın yaptığı açıklamaya göre, Ezher, “şiddete gerekçe olarak yorumlanan” ve “yanlış anlaşılan” birçok dini hükmü kitaplarından ve müfredattan çıkardı veya tanımını değiştirdi. “İman edene kadar insanlarla savaşmakla emrolunduğu” belirtilen hadis, elenen hükümlere bir örnek. Aynı şekilde, Kur'an'da sıklıkla geçen “yer yüzünde bozgunculuk çıkarmak” ifadesi “terör” olarak; “bağy (azgınlık)” de “yöneticiye karşı isyan” olarak yeniden tanımlandı. Böyle sayısız misal var.
El Arabiya televizyonunun sorularını yanıtlayan Şuman, tüm bu değişimlerin siyasi iradenin baskısı ya da yönlendirmesiyle yapılmadığını savunsa da, zamanlamanın Sisi'nin talebinden sonraya denk gelmesi elbette dikkatleri çekiyor.
Mısır'da cami, mescit ve diğer dini yapılardan sorumlu makam konumundaki Vakıflar Bakanlığı da, yayımladığı bir genelge ile cuma ve bayram namazlarında bundan böyle merkezî hutbelerin okunacağını duyurdu. Ezher, kendi kontrol alanına müdahale ettirmeme konusundaki hasisliği nedeniyle konuya mesafeli dursa da, bakanlığın bu adımı, siyasetin dini alana bir başka direkt müdahalesi olarak değerlendiriliyor.
***
Ezher'in (ya da başka ülkelerdeki başka kurumların) “din dilini ıslah” çabaları, “terör”e ya da “Siyasal İslâm”a çare olabilecek gibi görünmüyor. Çünkü sorun olarak değerlendirilen sancılı meselelerin kaynağı, toplumlara verilen dini eğitim ya da müfredattan çok, bu ülkelerdeki adaletsizlikler, toplumsal çözülmeler, yabancı müdahaleleri, sosyal ve siyasal kısıtlamalar… Bu gerçeği görüp makul ve kapsayıcı çözümler üretmeden dini müfredatı kurcalamak, ameliyat edilmesi gereken bir yaraya merhem sürüp tedavi beklemekten farksız.
Müslümanlar kendi dini kaynaklarından vazgeçmeyeceklerine ve bunların tahrif edilmesine müsaade etmeyeceklerine göre, o kaynaklarda geçen “fiili mücadele” içerikli metinler, her zaman birilerini harekete geçirmeyi sürdürecektir. Hadis ve ayetleri müfredattan çıkarmak veya yeniden tanımlamak, dahası siyasi iradenin arzusuna göre temel metinlerle oynamak, toplumun bazı kesimlerini belki sakinleştirecek; ama yine bazıları ayağa kalkacak, eline silah alacak, yanlışları bilfiil düzeltmeye çalışacaktır.
Ezher'i yönetenlerin göremedikleri nokta, kurumun aslında ilk önce kendisinin ıslah edilmesi gerektiği gerçeğidir. Siyasetin elinde oyuncak haline gelmiş bir dini makam, şöhretiyle yaşamaya devam etse de, aslında hükmen ömrünü tamamlamış demektir. Özellikle Ezher şeyhlerinin ilmî saygınlıklarından, fikirlerinden ve eserlerinden çok siyasi angajmanlarıyla gündemde kalıyor olması bile, gelinen noktayı işaret ediyor.
Bu aslında temel bir problem. Ezher örneğinden hareketle, sorulması gereken sorular şunlar: İslâm dünyasında ulemâ-umerâ (âlimler ve yöneticiler) arasındaki ilişkiler, ideal seviyeye nasıl çekilecek? İlmin izzeti ve saygınlığı, âlimlerin hiçbir korku duymaksızın yanlışı dile getirip doğruya yöneltme misyonu hangi yolla ihya edilecek? Geleneksel kurumlarımızın iade-i itibarı ne zaman temin edilecek?
Uzayıp giden, her biri hayati önemde ve değerde sorular...