Mescid-i Aksâ'da, 20 Temmuz 1951 günü öldürülen Ürdün Hâşimi Krallığı'nın kurucu lideri Kral Abdullah, yaşamının noktalandığı Kudüs ziyaretine 15 yaşındaki torunu Hüseyin'i de götürmüştü. Dedesi tarafından adeta veliaht prens gibi yetiştirilen Hüseyin, suikast sırasında Abdullah'ın yanı başındaydı. Hüseyin, göğsüne taktığı madalyanın seken kurşunlardan birini savuşturması sayesinde, ölümden kıl payı kurtulmuştu. Ne var ki, genç yaşında üstüne çöken bu travma, ömrü boyunca yakasını bırakmayacaktı.
Filistinlilerin yaşadığı bir coğrafyaya daha fazla hükmetme hayalleri kurarken, Kral Abdullah'ın bir Filistinli tarafından öldürülmesi Ürdün Krallığı'nı derinden sarstı. Bu, nüfusun çoğunluğunu oluşturan bir millete (özellikle güvenlik ve istihbarat gibi) kritik konularda artık güvenilmemesi ve bunun yerine ülke topraklarında varlıklarını sürdüren Çerkeslerden ve bedevi kabilelerden güç alınması sonucunu doğurdu. Ordu ve iç güvenliğin bütün kritik makamları, zaman içinde bu iki unsur tarafından dolduruldu. İstihbaratın belkemiği de Çerkeslere bağlandı. Filistinlilerle esas kapışma ise 1970'te gerçekleşecekti.
Abdullah'ın 1909'da Mekke'de dünyaya gelen oğlu Talâl, kendisinden sonra tahta geçen isimdi. Sadece bir yıl süren yönetimi boyunca, Kral Talâl, babası döneminde ilişkilerin gerildiği Mısır ve Suudi Arabistan'la yakınlaşma siyaseti takip etti. 11 Ağustos 1952'de oğlu Hüseyin lehine tahttan feragat eden Talâl'a 'şizofreni' teşhisi konmuştu. Hayatının geri kalan kısmını Ürdün içinde ve dışında tedavilerle geçiren Talâl, babası Abdullah'la annesi Musbah'ın 1904 yılında evlendiği şehirde, İstanbul'da 7 Temmuz 1972 günü hayata gözlerini kapadı.
Avusturya asıllı muhtedî gazeteci-yazar Muhammed Esed, 'Mekke'ye Giden Yol' isimli eserinde, krallığı sırasında Amman'da Talâl'la baş başa yaptığı uzun bir sohbeti aktarır. Resmi tarihin kayıtlarının aksine, Talâl'da şizofreniye dair hiçbir emare gözlemlemediğini, aksine kendisinin son derece mantıklı bir siyasetçi olduğunu vurgulayan Esed, bir tahmini de dile getirir: Talâl'ın tahttan indirilmesi, kendisinin İngiliz karşıtı duruşu nedeniyle düzenlenen siyasi bir komplo olabilir.
Kendisinden sonra oğlu Hüseyin ve torunu (şimdiki kral) Abdullah'ın Batı kampıyla sıkı ilişkileri göz önüne alındığında, Muhammed Esed'in tahmininin doğru olması gayet mümkün.
47 yıllık saltanatıyla Arap dünyasında bir rekora imza atan Kral Hüseyin, uzun iktidarı boyunca bölgesel ve uluslararası birçok sarsıntıya şahitlik etti. Ancak bunlardan özellikle ikisi, tahtını tehdit edecek boyuttaydı: 1967'de İsrail'in işgaliyle Doğu Kudüs'ün Ürdün'ün kontrolünden çıkması ve ardından 1970'de ülkedeki Filistinli grupların yönetime başkaldıran isyan hareketi.
Kral Hüseyin, birinci sarsıntının etkisini İslâm ülkeleriyle diyaloğu sıklaştırıp, İsrail'i Doğu Kudüs'teki Müslümanlara ait dini mekânların yönetimini Ürdün'e vermeye ikna ederek giderdi. 1994'te İsrail'le imzalanan barış anlaşmasıyla, Ürdün'ün Doğu Kudüs'teki kontrol hakkı resmen geri kazanıldı.
(Ürdün, “Kudüs'ü İsrail'e teslim eden ülke” imajından sıyrılabilmek için, o yıllarda Türkiye'yi de özellikle denkleme dâhil etmeye çalıştı. Dönemin Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı Dr. Lütfi Doğan'ın, 1979'da Ürdün'e davet edilmesi ve ardından Ürdünlü yetkililer eşliğinde Mescid-i Aksâ'ya götürülmesi, bu gayeye matuftu örneğin.)
Filistinli gruplarla Hüseyin arasında yaşanan gerginlikse, Filistin Kurtuluş Örgütü ve ona bağlı fraksiyonların ülkeden kovulmasıyla sonuçlanan geniş çaplı bir bastırma harekâtına dönüştü. Filistinli kalkışmasının bastırılmasında, Ürdün Pakistan ordusundan yardım aldı. Sonradan ülkesinde darbeyle yönetimi ele geçirecek olan Pakistanlı komutan Ziyâul-Hak, Filistinlilere yönelik askeri operasyonların kilit ismiydi. “Kara Eylül” olarak tarihe geçen olaylar 1971'de sona erdiğinde, ardında çoğu Filistinli olmak üzere binlerce ölü bırakmış; Yaser Arafat ve arkadaşlarının Lübnan'a sığınmalarına yol açmıştı. Bu ilk şokun ardından, Filistinlilerle Kral Hüseyin arasında zaman içinde yeniden yakınlaşma meydana geldi. Ancak bu sefer, Filistinliler 'sığınan', Kral ise 'kucak açan ve kuşatan' rolündeydi.
Kral Hüseyin'in İsrail'le yaşadığı tek büyük gerginlik, Hamas lideri Hâlid Meşal'in 1997'de Amman'ın göbeğinde İsrail tarafından öldürülme girişimiydi. Bunu ülkesinin egemenliğinin ve barış anlaşmasının açık ihlali sayan Kral, o günkü İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu, saldırıda kullanılan zehrin panzehrini Amman'a bizzat göndermek zorunda bıraktı.
7 Şubat 1999'daki ölümünden sadece iki hafta önce vasiyetini değiştirerek, kendisinden sonra tahtı oğlu Abdullah'a bırakan Kral Hüseyin, kardeşi Hasan'ı veliahtlıktan azletmişti. Bu ani ve sürpriz adımın sebebi olarak, Hasan'ın eşi Servet İkramullah'ın Hindistan kökenli oluşu gösteriliyor. Klasik anlamda, tahta dışarıdan bir ortağın katılması endişesi yani.
18 yıldır Kral Abdullah tarafından yönetilen Ürdün, bölgenin gidişatındaki belirsizlikle paralel biçimde, İsrail'le her alanda derin işbirliğini sürdürüyor. Babadan ve büyük dededen devraldığı siyasi mirasın kırılganlığının bilincinde olan Abdullah için, ayakta kalmanın tek yolu da bu işbirliğinden geçiyor. Ortadoğu'ya, Filistin'e ve Kudüs'e dair iddiaları bulunan bir Türkiye ise, Ürdün'ün bu denklemde hiç arzu etmediği bir 'arıza'. Arapların serencamıyla ilgilenmeyi 'zül' addeden eski Türkiye olsa idik, aramızdan su sızmayacaktı elbette.