Metin Özer
Esad, nasıl Esed oldu?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçtiğimiz haftaki Suriye ziyareti sırasında yaşananları mutlaka takip etmişsinizdir. Hmeymim Hava Üssü’nde Putin’in yanında yürümek isteyen Beşşar Esed’in, bir Rus komutan tarafından kolundan tutularak engellendiği ve Esed’in de kameralar önündeki bu aleni aşağılamaya çaresizce razı olmak zorunda kaldığı görüntüler, günlerce medyanın gündeminde kaldı. Bizzat Rus ordusunun ülke basınına ulaştırdığı video görüntüsünün kasten sızdırıldığında şüphe yoktu. Bu yöntemle Rusya’nın “Suriye’de patron Putin” mesajı vermek istediği de gayet açıktı.
Esed’in biçareliğine mukabil Putin’in muktedir tavrı öylesine ayan beyandı ve Suriye’deki durumu öylesine veciz biçimde özetliyordu ki, Türk basını da elbette görüntülere kayıtsız kalamadı. Hatta ideolojik/ mezhepsel nedenlerle veya hükümetin Suriye politikasına eleştirel yaklaşımından ötürü Suriye meselesinde Baas rejiminin ve Esed’in safını tutan gazeteler bile topa girdi.
Adeta yemin etmişçesine, hükümetin attığı her adımı ezbere eleştiren bu gazetelerden birinin Twitter sayfasındaki Esed haberinin altında şöyle bir okur yorumu vardı: “Şimdi siz Esed demeye de başlarsınız!” (Gazete, elbette “Beşar Esad” şeklindeki yazımı tercih etmişti.) Bu yorum, Türkiye’de bazı meselelerin nasıl cehaletle ve bağnazlıkla tartışılıp ele alındığını, hatalı ve saplantılı yorumların nasıl yıllar boyu sürdürüldüğünü, ufak ayrıntılardan hiç kastedilmeyen manaların çıkarılarak bunların nasıl ideolojik kavga nesnesi haline getirildiğini gösteren çok sayıda örnekten biri.
Suriye’deki çatışmaların başlangıcından beri, hükümet karşıtı belli çevrelerde ısrarla dile getirilen bir tez var: “Bunlar önceleri Esad’a Esad diyorlardı, sonra araları bozulunca Esed demeye başladılar!” Bu mantığa göre, “Esed” kelimesi bir şifre; Suriye’yle Arap Baharı öncesinde geliştirilen sıcak ilişkiler sırasında “Beşar Esad” denilen kişiye, sonrasında kasten “Beşşar Esed” denilmeye başlandı. Aynı kafa, “Esed” ifadesini kullanan herkesi “Suriye’yi karıştırmak için yabancı güçlerle iş tutan, Suriye’nin istikrarını bozan, teröristleri destekleyen tipler” olarak yaftalıyor üstelik. Böylece “Esed” diyenler bir kampa, “Esad” diyenler diğer kampa ayrılıyor. Dayatılan anlayış ve algılama bu. Sanki “Esed” kelimesi, küfür ve hakaret içeriyormuş da, Esad’ı Esed yapınca muhataba laf ediliyormuş gibi.
Türkiye, bir kişinin ismini doğru yazma çabanızın bile böylesine saçma tartışmalara yol açabildiği ilginç bir ülke. Esad’ın nasıl Esed’e dönüştüğünü yakından takip eden biri olarak, süreci anlatayım:
Suriye’deki yönetici ailenin, Arapça aslı ‘Esed’ (manası: aslan) olan soy ismi, 1970’lerde İngilizce ve Fransızca kaynaklar üzerinden dilimize ‘Esad’ olarak geçti. Batılıların ‘Assad’ olarak telaffuz ettiği kelime, böylece, Arapça bilmeyen bizim diplomatlarımız ve medya organlarımızın diline de aslından farklı olarak yerleşti. Akademi de ‘Esad’ olarak yazdı, gazeteciler de. Siyasetçiler de ‘Esad’ dedi, onlardan duyan sıradan vatandaş da.
2000’lerin başından itibaren Türkiye’nin Arap dünyasına daha fazla ilgi göstermesi, daha da önemlisi Türk medyasında Arapça bilen gazetecilerin görev almaya başlaması, bazı kelimelerin de doğru yazılışını beraberinde getirdi. ‘Esad’ da bunlardan biriydi. Arapça bilen gazeteci ve editörler, Suriye’yle ilgili haberlerinde, yönetici ailenin soy ismini aslına uygun şekilde yazmaya başladılar, kullanım da böylece yaygınlaştı. Siyasetçiler de, devletin resmi haber ajansının kullandığı doğru yazımı tercih etti. Olması gereken de zaten buydu.
Hal böyleyken, “Esad diyorlardı, Esed demeye başladılar” ezberini tekrarlayıp durmak, artık komik bile olmayan kör bir inattan ibaret. Meselenin herhangi bir ideolojik tercih yönü bulunmadığı gibi, Suriye’yle balayı yaşadığımız Arap Baharı öncesi dönemde hazırlanmış birçok metinde yine ‘Esed’ ibaresinin kullanıldığını ufak bir internet taramasıyla tespit etmek mümkün. (Örneğin ben, 2004’te kaleme aldığım, birkaç yıllık Suriye izlenimlerimi içeren ‘Şam Kitabı’nın girişinde kelimenin doğru yazılışını ve gerekçesini anlatmıştım. Kitap boyunca da ‘Esed’ demiştim. Ortada ne Arap Baharı vardı, ne de herhangi bir siyasi tartışma. Hatta Türkiye, Suriye ile yakınlaşmaya bile yeni yeni başlıyordu o dönem).
Esed/ Esad tartışması, tek başına, Türk basınının Ortadoğu’ya bakışının, yaklaşımının ve bölgemizde yaşanan gelişmeleri hangi saiklerle izlediğinin acıklı bir özeti gibi. Yapılması gereken, “Doğru yazılışı bu muymuş? Bilmiyorduk, düzeltelim o zaman” demek iken, ufak bir tashihten ideolojik kavga üretmek, herhalde dünyada sadece bizim ülkemizde rastlanan bir garabet. İşin daha da garibi, Arapçadan ve kelimelerin manasından habersiz milyonlarca insan, bazı kalemlerin kasıtlı çıkardığı bu kavganın gönüllü fedaileri olarak yazılmaya dünden hazır. Esed’le Esad arasındaki o tek harflik farkın kitlelerin zihnini böylesine iğfal edebilmesi ise, toplumsal ruh sağlığımız adına endişe verici…