Taha Kılınç
Dünyanın en bedbaht, en talihsiz insanı..
Dünyanın en bedbaht, en talihsiz insanı, tabii ki Allahü tealaya güveni az veyahut da hiç olandır. Çocuk anne karnındayken, daha dünyaya gelmediği halde, Cebrail 'aleyhisselam' geliyor, kulağına diyor ki; Bak, sakın rızkından endişe duyma. Allah senin rızkına kefildir. Dünyadayken yiyeceğin bütün rızık yazılmıştır. Sen onu ararsan, o da seni arayacaktır. Bitti! Cenab-ı Hak kefaleti daha anne karnında veriyor. Onun için, en talihsiz insan, rızkı için endişe duyandır. Seni yoktan var eden, her an varlıkta durduran ve senin rızkına kefil olan niye vermesin?
Göz neye bakarsa, kalp ondan alacaktır. Neye bakarsa! İyiye bakarsa, iyi. Onun için, iyi insanlarla görüşmeye, iyilerle beraber olmaya çalışmalıdır. Ne olursa olsun, Allahı inkar eden, Peygamberimizi "aleyhissalatü vesselam" kabul etmeyen insanlarla uzun süre beraber olmak, mutlaka kalbi karartır. Tabii bunun dereceleri vardır. Az karartır çok karartır; ama mutlaka karartır. Onun için, bu karartıyı giderecek istiğfar kapıları açıktır. Onun zamanı, mekanı, sayısı yoktur. Nerede, ne zaman, ne kadar istiğfar edilirse, kalp o kadar çok temizlenir. Mutlak temizlenir. Çünki Sure-i Hûdda Allahü teala buyuruyor ki; Tövbe ve istiğfar ederseniz, yardım ederim, yardımınıza yetişirim. Dolayısıyla, mutlaka tövbe istiğfar edeceğiz. Tövbe istiğfar etmek suretiyle Allahü tealanın yardımı bize ulaşacaktır.
Hasan-ı Basrî "radıyallahü anh" hazretleri buyurdular ki;
Rabbini bilen onu sever, dünyâyı bilen ondan yüz çevirir. Mü'min gâfil olmaz. Boş işlerle uğraşmaz. Düşündüğü vakit üzülür.
Âlimler olmasaydı, insanların diğer canlı varlıklardan farkı kalmazdı. Çünkü onların öğretmesiyle insanlar iyi insan olma seviyesine ulaşırlar.
Kur'ân-ı kerîmi öğrenmekten daha üstün zenginlik ve Kur'ân-ı kerîmi unutmaktan daha aşağı fakîrlik olamaz.
Tövbenin şartlarına uygun olarak hem dil, hem de hâl ile, ya'nî günahları, haramı terk etmekle ve hak sahipleriyle helâlleşmekle yapılması lâzım olduğunu belirtmiştir. Şartlarına uygun olmayan tövbenin tam tövbe olmadığını belirtmek için "İstiğfârunâ yahtâcü ilâ istiğfarin" buyurmuştur. Ya'nî "Bizim tövbemiz de tövbeye muhtaçtır."demektedir.
Allaha yemîn ederim ki, mala, paraya köle olanı Allahü teâlâ zelîl ve perişan kılar.
Küçük yaşta ilim öğrenmek, taş üzerine zümrütten nakış yapmak gibidir. Yaşlandıktan sonra ilim öğrenmek ise su üzerine yazı yazmak gibidir.
Hasan-ı Basrî'nin de bulunduğu bir kâfile ile hacca gidiyorduk. Çölde susadık. Bir müddet sonra bir kuyunun yanına ulaştık. Yanımızda kova ve ip yoktu. Hasan-ı Basrî ( radıyallahü anh ) "Ben namaza durunca, siz suyunuzu içiniz" dedi ve namaz kılmaya başladı. Su kuyunun ağzına kadar yükseldi. Kana kana içip susuzluğumuzu giderdik. Arkadaşlarımızdan biri kabına da su doldurunca su kuyunun dibine çekildi. Hasan-ı Basrî ( radıyallahü anh ) namazını bitirince: "Allahü teâlâya sağlam bir tevekkülle bağlanmadığınızdan su kuyunun dibine indi, bu çeşit sulardan azık alınmaz" dedi.
Oradan ayrıldıktan sonra Hasan-ı Basrî ( radıyallahü anh ) yolda bir hurma buldu. O hurmayı bize verdi. Hepimiz sırasıyla o hurmadan yedik, çekirdeği altın çıktı. Medine'ye götürüp satarak bir kısmı ile yiyecek aldık ve kalan kısmını da fakirlere sadaka olarak dağıttık.