Taha Kılınç
Duanın Önemi
29 Temmuz 2016, Cuma
Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar ki; Şüphe yok ki Allahü teala salih Müslüman sebebiyle komşularında olan yüz belayı def eder.
Dua Allahü tealaya yalvararak muradını istemektir, Allahü teala dua eden Müslümanı çok sever, dua etmeyene gadab eder. Dua müminin silahıdır, dinin temel direklerinden biridir. Yerleri gökleri aydınlatan nurdur. Dua, gelmiş olan dertleri, belaları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mani olur. Allahü teala; bana halis kalple dua ediniz, böyle duaları kabul ederim,buyurdu. Bunun için dua etmek; namaz, oruç gibi ibadettir. Allahü teala;bana ibadet yapmak istemeyenleri zelil ve hakir yaparak Cehenneme atarım, buyurdu.
Dua Allahü tealaya yalvararak muradını istemektir, Allahü teala dua eden Müslümanı çok sever, dua etmeyene gadab eder. Dua müminin silahıdır, dinin temel direklerinden biridir. Yerleri gökleri aydınlatan nurdur. Dua, gelmiş olan dertleri, belaları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mani olur. Allahü teala; bana halis kalple dua ediniz, böyle duaları kabul ederim,buyurdu. Bunun için dua etmek; namaz, oruç gibi ibadettir. Allahü teala;bana ibadet yapmak istemeyenleri zelil ve hakir yaparak Cehenneme atarım, buyurdu.
Allahü teala herşeyi sebeple yaratmakta, nimetlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def için ve faydalı şeyleri vermek içinde dua etmeyi sebep yapmıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki; "Dua, ibadetin aslı ve özüdür Allah katında duadan makbul bir şey yoktur. Dua yetmiş türlü kazayı önler, ömrün bereketini arttırır.
" İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki; "Dua; kazayı belayı def eder. " Hadisi şerifte "Kaza, ancak ve yalnız duayla durdurulur" buyuruldu. Allahü teala dua edenleri, sıhhat ve selamet isteyenleri sever. Mümin suresinde; "Dua ediniz, duanızı kabul ederim" buyurdu. Dua edip de duası kabul edilmeyenlere kıyamet günü Allahü teala; o, senin falan zamanda ettiğin duadır. O duanın yerine sana şu sevapları veriyorum, buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki o kimse keşke dünyada hiçbir duam kabul olmasaydı da bugün onların karşılıklarını görseydim diyecektir. Duanın kabul edilmesi için bazı şartlar vardır bunlardan bir kısmı şöyle ;
1. Haram lokmadan sakınmalıdır, Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki; "haramdan sakının çünkü midesine haram lokma giren kimsenin kırk gün duası kabul olmaz " "Çok kimse vardır ki yedikleri ve giydikleri haramdır, sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul edilir." Sad bin ebi Vakkas hazretleri Peygamber Efendimize dedi ki; Ya Resullallah, dua buyur da Allahü teala benim her duamı kabul etsin. Cevabında buyurdu ki; "Duanızın kabul olması için helal lokma yiyiniz. Çok kimse vardır ki; yedikleri ve giydikleri haramdır sonra ellerini kaldırıp dua ederler, böyle dua nasıl kabul olunur.
1. Haram lokmadan sakınmalıdır, Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki; "haramdan sakının çünkü midesine haram lokma giren kimsenin kırk gün duası kabul olmaz " "Çok kimse vardır ki yedikleri ve giydikleri haramdır, sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul edilir." Sad bin ebi Vakkas hazretleri Peygamber Efendimize dedi ki; Ya Resullallah, dua buyur da Allahü teala benim her duamı kabul etsin. Cevabında buyurdu ki; "Duanızın kabul olması için helal lokma yiyiniz. Çok kimse vardır ki; yedikleri ve giydikleri haramdır sonra ellerini kaldırıp dua ederler, böyle dua nasıl kabul olunur.
2. Uyanık kalple ve kabul edileceğine inanarak dua etmelidir Hadis-i şerifte buyuruldu ki; "Allahü tealaya kabul edileceğine tam inanarak dua ediniz. Biliniz ki Allahü teala gafil bir kalple yapılan duayı kabul etmez."
3. Dualarım niçin kabul olmuyor dememelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki; "Duada acele edilmezse dua kabul olur. Allahü teala duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz. Allahtan çok isteyiniz çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz. Duada acelenin nasıl olduğu sorulunca Peygamber Efendimiz " Dua ettim de kabul edilmedi demektir "buyurdu...
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî "rahmetullahi aleyh" hazretlerine felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpiçle teyemmüm nasıl yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî; "Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı: "Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım." Şems-i Tebrîzî hazretleri; "Öbür sorunu da sor!" buyurdu. O; "Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi. Şems-i Tebrîzî; "Peki öbürünü de sor!" buyurdu. O; "Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı oldu. Ve; "Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu." dedi. Şems-i Tebrîzî; "Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu. Kâdı bu işin açıklamasını istedi.Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı: "Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim." O kimse şaşırarak; "Ağrıyor ama gösteremem." dedi. Şems-i Tebrîzî; "İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez. Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı. Yine bana; "Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.
Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle düştü.
Peygamber efendimizi görmekle, sözlerini işitmekle şereflenen Müslümanlara, Eshâb-ı kirâm denir. Peygamberlerden sonra, bütün insanların en hayırlısı ve üstünü hazret-i Ebû Bekir, bundan sonra insanların en üstünü hazret-i Ömer, sonra en üstünü hazret-i Osman, bundan sonra insanların en hayırlısı, hazret-i Ali'dir. Hadis-i şeriflerde, hazret-i Fatıma'nın, hazret-i Hatice'nin, hazret-i Aişe'nin, hazret-i Meryem'in ve hazret-i Asiye'nin dünya hanımlarının en üstünleri olduğu bildirilmiştir. Bir hadis-i şerifte; (Fatıma, Cennet hatunlarının üstünüdür. Hasan ve Hüseyin de, Cennet gençlerinin yüksekleridir) buyuruldu.
Bunlardan sonra Eshab-ı kiramın en üstünleri Aşere-i mübeşşeredir ki, Cennetle müjdelenmiş on kişidir. Bunlar; hazret-i Ebu Bekir, Ömer-ül-Faruk, Osman bin Affan, Ali bin Ebu Talib, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Talha, Zübeyr bin Avvam, Sa'd bin Ebi Vakkas, Sa'îd bin Zeyd, Abdürrahmân bin Avf hazretleridir. Bunlardan sonra Bedir'de, sonra Uhud'da, sonra da Bî'at-ür-rıdvân'da bulunanlardır.
Resulullah efendimizin yolunda canlarını, mallarını feda eden, Ona yardım eden, Eshâb-ı kirâmın hepsinin isimlerini saygı ve sevgi ile söylememiz bize vaciptir. Onların büyüklüğüne yakışmayan sözler söylememiz, caiz değildir. İsimlerini saygısızca söylemek dalâlettir, sapıklıktır.
Resulullah efendimizi sevenin, Onun Eshabını da sevmesi lazımdır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eshabımı seven, beni sevdiği için sever. Onları sevmeyen kimse beni sevmemiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâyı incitmiş olur. Allahü teâlâyı inciten kimse, elbette azap görecektir.)
(Allahü teâlâ, benim ümmetimden bir kuluna iyilik yapmak isterse, onun kalbine Eshabımın sevgisini yerleştirir. Onların hepsini canı gibi sever.)
Peygamber efendimiz vefat etdiği gün, Medine şehrinde 33 bin Sahâbî vardı. Sahâbîlerin hepsi, yüzyirmidört binden fazla idi.