Taha Dağlı
Doğu’nun yükselen güçleri, Batı’nın eski ortakları ve “Türkiye ekseni” gerçeği
Türkiye, “iki kıta arasında köprü”, “Batı’nın cephe ülkesi”, kendi coğrafyasında “Atlantik İttifakı’nın ileri karakolu” gibi stratejik değer tanımlamalarına sığmayacak bir ülkedir artık. Bugüne kadarki jeopolitik tanımlamaların tamamı devre dışı bırakılmalıdır.
Kendi vatanımız, kendi coğrafyamız, kendi tarihimiz, kendi gelecek hesaplarımız, kendi tehdit algılarımız, kendi çıkar ve önceliklerimize göre bütün tanımlamalar yenilenmelidir.
Batı çıkarlarına ayarlı tezler masaya yatırılmalı, Türkiye’nin “yeni durumu”na göre gözden geçirilmelidir. “Türk-İsrail Ekseni”nin bu ülkenin imhasına dönük bir proje oluğu nasıl anlaşıldıysa ve bundan vazgeçildiyse, Soğuk Savaş artığı güvenlik algılamaları, ittifak halkaları yeniden ele alınmalı, bazılarından derhal vazgeçilmelidir. Bu yöndeki “muhafazakar” bakış terkedilmeli, kurumsal akıl yenilenmelidir.
Mülteci sorunlarıyla kendileri uğraşsın..
Türkiye’yi İsrail’i korumak için seferber edenlerin niyetleri nasıl sorgulandıysa, bu ülkeyi ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin koruma kalkanı haline getiren anlaşmalar, ittifaklar, planlamalar sorgulanmalıdır.
AB’nin ya da üyelerinin taşeronluğunu üslenecek, onlar adına sınırlarını koruyacak, mülteci akınını kendi topraklarında tutup AB’yi rahatlatacak bir ülke değiliz artık. Ne onların askeriyiz, ne sınır muhafızlarıyız, ne de Avrupa rahat uyusun dile uykumuzu kaçıracak bir ülkeyiz.
Bu aklı, bu duruşu, bu feraseti bütün coğrafyaya yaymalıyız
1950’lerden bu yana onlar adına savaştık, onların güvenliği ve refahı için öldük, onların beğenilerine göre birbirimizi boğazladık, dost ya da düşman olduk. Onların tercihlerine göre iç politikada taraf tuttuk, akrabalarımızla kavga ettik, birbirimize düşmanlaştık.
O dönem bitti, bitmeliydi de. Artık Washington için, Brüksel için, Londra ya da Berlin için alınan kararların, milletimiz için hiçbir anlamı yoktur, olmayacak da.
Biz, derin siyasi tarihimizden, coğrafya kimliğimizden, devletler geleneğimizden, yüzyıllara dayanan toplumsal ferasetimizden hareketle adımlar atmak, bir gelecek inşa etmek zorundayız. Bu aklı, bu duruşu, bu yürüyüşü bütün coğrafyaya yaymak, kavramlar ve dil üzerinden büyük bir çıkış, yenilenme, yerlileşme hazırlığı ve hareketi başlatmak zorundayız.
24 Haziran sonrası coşkulu bir gelecek
24 Haziran, ülkemiz için yeni bir tarihin başlangıcıdır. Devlet için, sivil ya da sivil olmayan bütün kurumlar için, siyaset, medya, entelektüel çevreler ve ekonomi dünyası için büyük çıkışların, yükselişlerin başlangıcıdır.
Öyleyse zihinlerimizden kurumlarımıza, savunmamızdan siyasi algılarımıza kadar derin, coşkulu bir dönüşümün temelleri çok sağlam atılmalıdır. Köklü bir temellendirme, yüz yıla, yüz yıllara uzanacak bir yeni bakış bütün kurumlarımıza yerleşmelidir.
Çünkü bugünlerde içinde bulunduğumuz durum, hal ve gerçeklik, büyük çıkışların, yükselişlerin, büyük devletler geleneğinin yeni bir örneğidir. Öncelikle zihnen bunu kabullenmemiz, kendimizi buna göre yeniden kurmamız yapılacak ilk şeydir.
Doğu’nun yükselen güçleri, Batı’nın geleneksel ortakları ve “Türkiye Ekseni” gerçeği
24 Haziran sonrası Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde köklü değişiklikler, iyileşmeler olacaktır. Çünkü Türkiye’ye saldırganlıklarıyla bilinen ülkelerin bile pozisyonları değişecektir. Bu ülkenin artık geri döndürülemeyeceğini onlar daha şimdiden kabul etmiştir. Bugüne kadar uyguladıkları bütün yöntemler iflas etmiştir. Elleri zayıflamış, içerideki ortaklarının direnci düşmüş, inanılırlığı erimiştir.
Elbette ABD ile ilişkiler daha rasyonel bir zeminde devam edecek ama tek yanlı bağımlılık ilişkisi burada bitecektir. Elbette AB ile ilişkiler devam edecek ama Türkiye’nin tam üyeliği diye bir ideal artık bundan sonra olmayacaktır. Doğu’nun yükselen güçleriyle de Batı’nın geleneksel ortaklarıyla da ilişkilerimiz “Türkiye Ekseni” gerçeği üzerinden yeniden formatlanacaktır.
S. Arabistan’la yumuşama: BAE kötülüğü durdurulsun
Türkiye bunlarla ilişkilerini yeni duruma göre yeniden tanımlarken öncelikle yakın çevresiyle, coğrafyasındaki ülkelerle ilişkilerinde ciddi iyileştirmenin yollarını aramalı, kendisine yönelen husumetleri yumuşatmalı, ortak alanlar oluşturmalı, güven oluşturucu bir söylem üretmelidir.
Bu anlamda S. Arabistan, Mısır ve İran’la ilişkiler belirleyicidir. Özellikle bölgenin güçlü ülkesi S. Arabistan’la bütün güvensizlik alanları ortadan kaldırılmalıdır. Bu ülke siyasetinde Türkiye karşıtı dalgayı kırmanın, yumuşatmanın yolları aranmalıdır. Riyad yönetiminin, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) “Türkiye düşmanlığı” tezinin bölgeselleşmesini engellemede bir akıl olarak öne çıkabileceğini düşünüyorum. En azından bu denenmelidir.
BAE’nin, terör örgütlerini destekleme ve darbe girişimlerinin içinde olma, açıktan bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı hedef alma dahil, bir “kötülük abidesi” olarak bölgede fırtına estirmesinin önüne geçilmeli, bu yönde Ankara ile Riyad arasında söz konusu tehlikeyi zayıflatmaya dönük bir sıcak ortam oluşturulmalıdır.
Türkiye bütün bölgede yeni bir dalga oluşturmalı, bu dalga Batı’dan da Doğu’dan da güçlü bir şekilde hissedilmeli. Türkiye’nin ayak sesleri her yerden duyulacak derken bunu kastediyorum.