Abdurrahman Dilipak
Bildiğimi bilseydiniz!
Allah’ın Resulü şöyle diyor: “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.”
Biz aslında “çile” ve “hüznü” seçmeliydik, ama “keyif”, “rahat”, “haz”zı seçtik. Yani “Mütrefinlerden olduk. “Tekasür”lerle övünüyor, hatta kibirleniyoruz.
Tarih bizim için mefahire dönüştü. Din, ritüel, seremoni ve ikonaların arasına saklanmış gizemli bir dünyanın anahtarını içinde saklayan esoterik bir fanteziye dönüşüyor giderek.
Hani “ağzımızın tadını kaçıran ölümü sıkça anacak”tık! Şeytanın vaad ettiği “yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat”ın peşinde koşuyoruz sanki, ahireti, cenneti-cehennemi unutup. “Her nefis ölümü tadacaktır” oysa ve bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var. Ve bizim gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, kadir-i mutlak, din gününün sahibi bir Allah var.
Ölümden ve rızıktan korkuyoruz en çok, değil mi? Korkmayın ya da debelenip durmayın ecelimiz ömrümüzün kefilidir, eceliniz gelmeden ölmezsiniz, eceliniz geldiğinde ise sizi yaşatacak kimse yoktur. Azrail ne erken gelir, ne geç kalır, hep tam zamanında gelir. Rızgınızdan azını ya da çoğunu yemeyeceksiniz.
Uzun ömür duasını ve bol rızık duasını bırakın da ömrünüzün ve rızgınızın “bereketli” olmasını dileyin. Hatırlayalım, “Allah zaman içinde zaman yaratandır.”
Hem zaten başınıza gelecek ne varsa ya sizin yaptıklarınızın karşılığıdır ya da sizin imtihanınızın gereğidir.
Biz “ahir zaman peygamberi”nin ümmetiyiz. Her gün kıyamete bir gün daha yaklaşıyoruz. “Ahir zaman” zor bir dönemdir. Genel olarak gelen zaman geçen zamanı aratacaktır.. Zaten insanlar çok az şükrediyor ve hep sahip olduğu her şeyden şikayet ediyor. Çok sabırsız ve kan dökücü. Öfkesi merhametinden büyük. Nefreti sevgisinden.
Ama yine de Allah bizi zaman zaman, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan ediyor.
Hz. Yusuf’u hatırlayın. Allah Hz. Ali’ye iktidar vermedi. Peygamberimizin 22 yılda kurduğu devlet 30 yılda yıkıldı. Ama din devam etti.
Hz. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, köle pazarında satıldı. Saraya girdi, ardından iftiraya uğradı, derken hapse atıldı, 7 yıl zindanda kaldı. Sonra suçsuz olduğu anlaşıldı. Mısır’a sultan oldu. 7 yıl bollukla imtihan oldu ve ardından 7 yıl kıtlık. Kıtlık onu kardeşleri ile buluşturdu. “Bize hayır gibi gelen şeyde Allah şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir denmişti” bize değil mi!
Sahi biz ne biliyoruz! Bildiklerimizden ne kadar eminiz. Beynimiz, midemiz, karaciğerimiz nasıl çalışıyor, biliyor muyuz? Peki bilgi olmadan onlar nasıl çalışıyor. Biz kimiz?
Sanırım bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor.
Sabrı, merhameti, çileyi, hüznü yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Hem bizim, hem çocuklarımızın bunu öğrenmesi ve öğretmesi gerek.
Dünyayı “oyun ve eğlence” yeri olarak gören anlayış bizim anlayışımız değildir. Bizim için “hayat iman ve cihad’dan ibarettir”. Dünya hayatı bir sürgün ve gölgelikten ibarettir. Hal böyle iken oyun ve eğlence için ne büyük tesisler inşa ediyor, ne çok zaman ve para harcıyoruz. Allah bizi oyun ve eğlenceyle vakit geçirelim diye yaratmadı. Gerçek şu ki, “ahiret yurdu Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır.”
Ne yazık ki geçmişten ders almadığımız gibi, yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik görevimizi de tam yapmıyoruz, bu anlamda sorumluluklarımızı kuşanmıyoruz. Geleceğe yönelik olarak farzı kifaye sorumluluklarımız konusunda kardeşlerimizle bir araya gelmiyoruz. “Yeryüzü” ölçekli sorumluluklarımız konusunda isteksiziz sanki. Farzı ayn sorumluluklarımızı atalarımızdan geleneğe bağlı olarak ritüeller ve seremoniler çerçevesinde şeklen sürdürmeye çalışıyoruz. Vahyin tekrarı, o vahiyde bize yüklenen sorumluluğun gereğini yerine getirme yükümlülüğünün yerine geçmiş sanki.
Dini hayat, toplumsal hayatta genel olarak “pamuk şeker” gibi bugün. Dışarıdan bakınca renkli ve kocaman, dilinizle dokunursanız tatlı ama tuttuğunuzda elinizde kalan ıslak bir yapışkanlıktan başka bir şey değil.
Yeniden düşünmemiz, vahyi okumamız, anlamamız ve Allah’ın bizden istediklerini, Resulün bize öğrettiği gibi yapmamız ve yaşamamız gerekiyor. Yaşayan Kur’an olmamız gerekiyor. Bu anlamda yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik etmemiz, Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmamız gerekiyor.
Şüphesiz ameller niyetlere göredir. Ve aynı zamanda unutmayalım ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.
Dinimizi Allah’a, Resule ve kitaba has kılalım. Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim. İstişare ve şûradan vaz geçmeyelim. Aynı Allah’a, Resule ve kitaba iman edenleri kardeş bilelim. Biz tek bir millet, tek bir ümmet, tek bir cemaatiz. Biz yeryüzünde (mecazi anlamda) Allah’ın yeryüzündeki halifeleriyiz. O’nun rızasının tecellisinin vesileleriyiz.
Değil mi ki, doğduğumuz ana-babayı biz seçmedik, doğduğumuz toprağı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi de biz seçmedik. Bundan dolayı da üstün ya da geri sayılmayız. Biz ya din’de kardeş, ya de ten’de bir eşiz insanlarla.
Aslında yeniden Müslüman olmamız gerekiyor, Allah’ın kitabında bildirdiği, Resulünün öğrettiği gibi.. Biliyorum, tekrarlarla dolu bir yazı, ama ibret alsaydık, belki tekrara gerek kalmazdı. Selâm ve dua ile.