Abdurrahman Dilipak
Ben öldükten sonra da..
Karakaya’nın ölümünün ardından ilginç tepkiler geldi. Dua edenler yanında hakaret edenler de vardı, Ertuğrul Özkök gibi, Ahmet Hakan gibi vicdan sahibi olanlar da vardı. Vicdan insanidir, ama din vicdandan ibaret değildir.. Biz iyiler, kötüler hepimiz parmak uçlarımız gibi farklıyız. Öyle yaratıldık. Belki kim kimleri veli edinmiş, kimlere benzemeye çalışıyorsa onlardan olsa da, bizim görevimiz, gidenleri çağırmak, kalplerinde bize karşı öfke olanlara karşı el emin olmak, güzel örneklik ve müellefetül kulub anlayışı ile kalplerini kazanmak yönünde olmalıdır. Ateş çukurunun kenarındakilere cehenneme itmek değil, kurtuluşa çağırmak yönünde olmalıdır.
Bağışlayın beni ama, “kör ölür badem gözlü olur” demeyeceğim. Her ölenin arkasından rahmet okuyacak da değilim.. Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin arkasından “Tebbet yeda” demeye devam edeceğim. Özür diler, pişman olur kişisel hakkımı helal ederim, affederim, Allah da affedebilir elbette, ama Allah kul hakkını affetmeyecek.
Camide cemaate, musalla taşına konulan tabutta yatana “hakkınızı helal eder misiniz” diye usulen, laf olsun diye sorulmaz.. Bekara karı boşamak kolay. “Nasıl bilirsiniz” diye sorulduğunda adil şahidler olmamız gerekmez mi? Zaten Allah biliyor.
Ben öldükten sonra benim hakkımda konuşabilirsiniz. Konuşun. Ne konuşursanız konuşun. Doğru şeyler konuşursanız o sizin güzelliğinizdendir. Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ederseniz, kendi cehenneminize odun taşımaya devam edeceksiniz demektir. Dostsanız dostluğunuzu gösterecek, dua edeceksinizdir.. Zaten kişisel günahlarımı örteceksiniz ki, dedikodu, gıybet yapmış olmamış olacaksınız. Siz benim kişisel günahlarımı örterseniz Allah da sizin kişisel günahlarınızı örtecektir. Ama kamuya malolan hatalarımı gizlemeyin, eleştirin ki, başkalarına kötü örnek olarak onların günahlarının ortağı olmayayım. Ama sadece hatalarımı anlatmayın ki, “adil şahidlik” yapılsın.
Etkileri devam eden kötülüklerin banisine lanet etmek caizdir. Şeytan ölseydi ona da mı hakkınızı helal edecektiniz. Seküler bir vicdanı kutsamayacağım. Allah’ın dinine savaş açanlarla savaşım ve onlar aleyhine şahidliğim öbür tarafta da devam edecek.. Allah (cc) cenneti de, cehennemi de boşuna yaratmadı. Ben Peygamberden daha merhametli olma iddiasında değilim. Evet, affedici olacağım, af etmeyi hakedenler için, tıpkı Hz. Yusuf’un yaptığı gibi. Affedilmeyi hakedenleri affetmeyenlerin affedilmeyi ummalarının yaman bir çelişki olduğunu biliyorum. Evet merhametim gazabımdan, sevgim nefretimden büyük olacak. Ama gazabım da, nefretim de var benim. Her şeyi “hoş görmem” mesela. “Hüsn-ü zan” etmekten yanayım. “Sabır”lı olmaktan yanayım, “tahammül sınırları”nı genişletmekten yanayım. Bunun yanında herkesi affedecekseniz, o affın bir değeri olduğunu da sanmıyorum..
Benim için ölüm bir son değil, yeni bir başlangıç. Daha doğrusu, ölümlü dünyadan ölümsüzlüğe açılan bir kapıdır. Dünya sürgününün sonudur. Vuslattır. Şeb-i arustur. “Ölülerinizi rahmetle anın” anlamındaki bir hadis “hayır” ile ve “iyilik”le anın şeklinde de tercüme edilmiştir. Konu Müslümanlar arasındaki ilişkiler kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Burada ölçü adalet ilkesi olması gerekir. “Rahmetle anın” derken, ona acıyın, merhamet edin, o şekilde konuşun ya da onun hakkında konuşurken onun lehine olanı da hatırlayın anlamında bir bakış açısı öncelenmektedir. Yoksa zalime “merhamet timsali idi” derseniz, birileri de onun yanlışlarını, onun şahsında kendisi için rehber edinirse, onun vebali bu işten mesul olana yansıtılır.
Kişi kendi ile ilgili bir dava konusunda hakkından vazgeçebilir. Bu onun takdiridir.. Kendini savunmaktan aciz, ölmüş bir insan hakkında haddi aşan sözler, iftiralar, muhatabınız kafir ya da suçlu biri de olsa haddi aşmaktır. Ölmüş kişinin cesedine ve onun kişiliğine yönelik haksız tasarruflar da asla kabul edilemez.
Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin önümüze konulacağı bir gün var.. Bir “din günü” var. Bir “mizan” var. “Misgale zerretin hayran yeral ve misgale zerretin şerren yerah” ölçüsünde bu işlerin hesabının görüleceği bir “hesap günü” var.. “Kiramen katibin”in kayıtları iş olsun diye tutulmuyor. Bu dünyada kim ne yaptı ya da yapması gerekirken yapmadı ise onun hesabının sorulacağı gün insanlar yaptıkları, söyledikleri, yapmadıkları, söylemedikleri her sözün karşılığı olacak. Ben öldükten sonra dostlarım ve düşmanlarım susmasınlar. Onlar da söyledikleri ve söylemedikleri ile ya kendi cennetlerine sırtlarında tuğla taşısınlar ya da iftira edenler, yalan söyleyenler, gıybet ve dedikodu edenler kendi cehennemlerine sırtlarında odun taşısınlar ve benim şahsi günahlarımın gönüllü hamallığını üstlensinler.. Her iki kesimde bu anlamda bana hizmet etmiş olacaktır.
Ben dostlarımın bu dünyada da ahirette de duasına muhtacım. Kardeşlerimin bağışlamalarına ihtiyacım var. Eksiklerim ve yanlışlarım konusunda yaşarken beni, öldükten sonra başkalarını uyarsınlar ki, o insanların veballerini taşımış olmayayım.
Hasan Karakaya artık aramızda değil. Azrail doğum tarihine göre gelmiyor. Yoksa ben Hasan Karakaya’dan daha yaşlıyım. Ölüm bir ibret dersidir bizim için. “Ölmeden önce ölmemiz gerekir”di aslında. Ağzımızın tadını kaçıran ölümü sıkça anmamız gerekirken birileri, “her nefis ölümü tadıcıdır” uyarısından bile rahatsız.
Suçlu, günahkar, kafir de olsa, hiç kimsenin hakkına girmiş olmak istemem. Bir kişi ya da topluluğa olan öfkemizin bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek. Haklı olmak, kimseye haksızlık etme hakkı vermez. Babaları suç işlediğinde onun hesabı çocuklarından sorulmaz. Birileri sizin hakkınıza tecavüz etti diye başkalarının hakkına tecavüz edemezsiniz. Elbette kısas da hayat vardır. Ancak, “onlar bize yanlış yaptı” derken biz de onlara aynısını yaparak adaleti sağlayamayız. Biz de aynı yanlışı yapmış oluruz. Aramızda da bir fark kalmaz.. Her suçun bir cezası olmalıdır, zarar veren verdiği zararı tazmin etmelidir. Özür dileyip pişman olanı affetmek erdemli bir tavırdır. Ama öte yandan da “zalimler için yaşasın cehennem”. Bir de “bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. O gün defteri sağ taraftan verilenlerden, yüzü aydınlanan, gözleri ışıldayanlarlardan olalım diye, selâm ve dua ile..