Nefsimizden vazgeçersek, Rabbimizin dostu oluruz, Allahü tealanın evliya kulu oluruz. Ama nefsimizin peşinde koşarsak, her şeyden mahrum kalırız. Zira Allahü teala hadis-i kudside buyuruyor ki; Nefsine düşman ol; çünki nefsin bana düşmandır. Ben yarattım onu, ama yarattığım mahluklar içinde bir tane de kendime düşman yarattım. O da senin içindedir. Cenab-ı Hakkın en büyük düşmanı insanın nefsidir. Neden? Her zerresi Allahı inkârdır. Tehlikeli! Onun için, nefsin tehlikesi, haram işledikten sonra yavaş yavaş seni küfre sürüklemesidir. Yani, en sonunda kâfir yapmak ister. Nihai gayesi, Allah korusun, odur. Onun için, biz kendi kendimizle baş başa kalmayalım, birileri ile beraber olalım. Bir vesile ile yemek yiyin, bir vesile ile çay için, ne olursa olsun bir araya gelip sohbet etmeye, bir araya gelip dertleşmeye çalışalım. Mutlaka kalpten kalbe yol vardır. İnsanlar birbirlerinden istifade eder, etmemesi mümkün değildir. Çünki zapt edemezsin. Mesela, ilk zamanlarda cenab-ı Peygamber 'aleyhissalatü vesselam' kabir ziyaretini yasak etmişti. Hiç kimse kabirlere gitmesin, buyurdu. Vefat edenler, akrabalar hep kâfirdi. Sonradan, müslümanlar da ölünce, bunları ziyarete müsaade olundu.
Uçaklarda olsun, gemilerde olsun, nasıl pusulasız bir yere gidilemezse, insanoğlu da kalp pusulası nereyi gösterirse, oraya gider. Yanlış istikamet verilirse, neticesi yanlış olur. Düzgün rota verilirse, eninde sonunda düzgün olan yere iner. Bütün mesele, bineceğimiz gemi ve uyacağımız kaptan önemlidir. Allah rahmet eylesin, bir gün Necip Fazıl Kısakürek, Efendi hazretlerine; Efendim, sizin vefatınızdan sonra benim halim ne olur? Ben tekrar eski halime dönerim. Buna bir çare var mı, diye sormuş. Efendi hazretleri de buyurmuşlar ki; Sen gemidesin, eğer ileride gemiden atılacaksan, seni baştan gemiye almazlar. Sen madem ki gemidesin, bundan sonra korkma. Belki birkaç kat aşağıya inebilirsin, yukarıya çıkabilirsin; ama gemiden dışarı çıkmazsın. Gemi büyük! Allaha şükür gemideyiz.
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık "radıyallahü anh" hazretleri buyurdular ki:
Perşembe günü ikindi vakti olunca, Allahü teâlâ, meleklerini gökten yere indirir. Meleklerin yanında gümüşten sahifeler ve altından kalemler vardır. Ertesi gün güneş batıncaya kadar Resûlullah'a okunan salevâtı yazarlar.
Allahü teâlâ, dünyâya emretti ki: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol! Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!"
Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz: 1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak, 2. Misâfire hizmet etmek. 3. Yüz tâne hizmetçisi olsa, muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek. 4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.
|
|
Şu on şey bedeni korur:
1) Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden korumak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyâd hâline getirmek, 3) Nefis muhâsebesi yapmak, günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek, 4) İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek, 6) Bedeni, dünyânın faydasız işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhiret için faydalı işlerde kullanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olmamak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek, 8) Nefis ile kıyasıya mücâdele etmek, 9) Çokça ibâdet etmek, 10) Peygamber efendimizin sünnetine uymak.
|
|
Bir kimse, sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yâni, Allah'ın dilediği olur, kuvvet O'nundur) desin!
Malı ve evlâdı çok olmasını isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!
Din âlimleri fakihler, sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça peygamberlerin vekilleridir.
Namaz, her takvâ sâhibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur.. Amel, ibâdet, hayırlı iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.
İmâm-ı Ca'fer-i Sâdık "radıyallahü anh" hazretleri buyurdular ki:
Beş kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yâni aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar.. Beşincisi, fâsıktan yâni günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar.
Bir mümin kardeşine âit hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa.
Mihnete şükretmeyen, nîmete şükretmez.
|
|
Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri yağmurlu bir havada Cumâ namazına gitmek için evinden çıktı. Sağnak hâlde yağan yağmur, yolu çamur hâline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihâta duvarına dayandı. Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca câmiye doğru yürüdü. Bu sırada aklına bir mecûsînin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek; "Onunla helâlleşmeden nasıl Cumâ namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahü teâlânın huzûrunda durursun?" diye düşündü ve geri dönüp o mecûsînin kapısını çaldı. Kapıyı açan mecûsî; "Buyrun bir arzunuz mu var?" diye sorunca; "Sizden özür dilemeye geldim." dedi. Mecûsî hayretle; "Ne özrü?" diye sordu. O da; "Biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu." deyince, Mecûsî hayretle; "Peki ama ne zararı var? Zâten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veya kabalık meydana getirmez." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Doğru ama, bu bir haktır ve sâhibinin rızâsını almak lâzımdır." dedi. Mecûsî; "Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dîniniz mi öğretti?" diye sorunca; "Evet dînimiz ve bu dînin peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm öğretti." dedi. Mecûsî; "O hâlde biz niçin bu dîne girmiyoruz?" diyerek kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu..
|
|
Kalbini temizlenmiş buldu
|
|
Bedî'uddîn Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" hazretlerine talebe olmadan önce memurluk yapıyordu. Zaman zaman hazret-i İmâm'ın yâni İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetlerini dinlemeye giderdi. Bu sırada bir kıza âşık oldu. Sâlih amelleri yapmak, haramlardan kaçınmak gibi mühim amellere pek dikkat etmiyordu. Hazret-i İmâm, ona; "Bedî'uddîn, niçin namaz kılmıyorsun ve günahlardan sakınmıyorsun?" buyurdu. O da; "Çoklarından böyle nasîhatler dinledim. Eğer bu hususta teveccüh buyurursanız ve beni bu hâlden teveccüh ve tasarrufla kurtarırsanız, buyurduklarınızı yapabilirim, yoksa bana nasîhat tesir etmiyor." diye arzetti. Bir an teveccüh edip; "Yarın bu niyet ve emniyetle buraya gel." buyurdu.
Ertesi gün, çok sevdiği kız onlara misâfir geldi. Onunla konuşmaya dalıp, hazret-i İmâm'a gidemedi. İki-üç gün sonra İmâm-ı Rabbânî'nin sohbetine gitti. Buyurdu ki: "Verdiğin sözü tutmadın. Ama mâdem ki bugün geldin, yine iyi ettin. Git abdestini yenile, iki rekat namaz kıl ve yanıma gel." Buyurdukları gibi yaptı. Onu husûsî odalarına götürdü ve teveccüh buyurdu. Kendinden geçip yere yıkıldı.. O hâlde onu kaldırıp eve götürdüler. Bir gün bir gece sonra kendine geldi. Kalbini yoklayınca, o tutkunluktan bir iz kalmadığını gördü. Kalbini temizlenmiş, belki bütün tutulma ve bağlardan kopmuş buldu.. Bundan sonra hocasının sohbetlerine devâm etti. O istekler hazînesinin yüksek teveccühlerinin bereketi ile sonsuz yükselme ve derecelere kavuştu.
|
|