

9 Nisan tarihli New York Times Gazetesi’nde yayınlanan, ABD Senatosu Silahlı Hizmetler ve Dış İlişkiler komiteleri başkanlarının da aralarında bulunduğu iki Cumhuriyetçi ve iki Demokrat senatörün ortaklaşa kaleme aldıkları “Ya ABD uçağı, ya Rus füzesi, ikisi birden olmaz” başlıklı bu makale şu üç noktayı vurguluyor.
1) S-400’leri alması Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanmasına yol açacak
2) Cumhurbaşkanı Erdoğan S-400 sistemini almakta ısrar ederse Türkiye’ye, ABD’nin ‘Düşmanlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’nın’ (CAATSA) öngördüğü yaptırımlar uygulanacak.
3) Bu yaptırımlar, Türkiye’nin ekonomisine ağır hasar vereceği gibi, uluslararası piyasaları da olumsuz etkileyecek, doğrudan yabancı yatırımları kaçıracak ve Türkiye’nin havacılık ve savunma sanayisine zarar verecek.
Makalenin, ABD’nin yasama ve yürütme organlarının ortak direktif ve onayı ile yazıldığı konusunda uzmanlar fikir birliği içindeler. Zira bu makale NATO’nun 70’inci yıl dönümü nedeniyle Washington’da 4- 5 Nisan’da yapılan zirvede Rusya’nın bir numaralı düşman ilan edilmesi ve Rusya’nın saldırganlığına karşı yeni bir eylem planı üzerinde anlaşma sağlanması sonrasında alınmış bulunuyor.
Görüldüğü gibi Türkiye’nin Rusya’dan S-400 olarak tanımlanan hava savunma sistemini alma kararı, ABD ile Türkiye arasında derin bir krize dönüştürülmüş durumda! Türkiye’ye karşı büyük bir oyun bir tiyatro tezgahlanıyor. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in, ’’Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almakla NATO ortaklığı arasında bir seçim yapması gerektiği” yönündeki tehdit ve şantajına Cumhurbaşkanı Erdoğan şu sert cevabı vermişti: “S-400 füzeleri konusunda geri adım atmayacağız.’’
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’nin Beyaz Saray’daki Evanjelik-Neocon ekibinin Evanjelik kanadının önde gelen ismi olduğunu, İsrail’in Birleşmiş Milletler kararlarını çiğneyerek işgal ettiği topraklardaki varlığını meşrulaştırmasının başlıca destekçisi olduğu gerçeğini göz önüne alırsak meselenin S 400 olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar sanırım.
Türkiye S 400’lerin alımından vazgeçse de F-35 yeni nesil savaş uçaklarının Türkiye’ye teslim edilmemesi için bu kez başka bir neden yaratılacak. Zira İsrail’in başını çektiği körfez ve Evanjelist çete Türkiye’nin bölgede güçlenmesini istemiyor.
NATO dışişleri bakanlarının Washington’daki toplantılarında, F-35 projesinin Kuzey Atlantik İttifakı’nın hava gücünü modernize etme amacını aşarak, Türkiye başta olmak üzere Avrupalı müttefikler üzerinde bir baskı unsuru olma amacı taşıdığı artık uluslararası kamuoyunun malumu haline geldi. Türkiye’nin yüksek irtifa hava savunma sistemi ihtiyacını karşılama konusundaki umursamaz tavrını yıllarca muhafaza eden ABD, bugün Rusya’dan tedarik edilecek S-400 füze sistemi ile F-35 projesi arasında kurduğu akıl dışı bağ ile Türkiye’yi projenin dışına itmeye çalışıyor.
Peki, Türkiye’nin S-400 alması durumunda güvenilmez bir müttefik durumuna düşeceği, NATO’nun güvenliğini tehlikeye atacağı ya da F-35 uçaklarının sırlarının Rusya’nın eline geçeceğine dair korkular gerçeği yansıtıyor mu? Şüphesiz hayır! Golan tepeleri, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının uluslararası hukuka aykırı şekilde Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır ve İsrail dörtlüsü tarafından işletilmesiyle, F-35 projesinde dayatılan şantaj, Beyaz Saray’daki ulusal güvenlik ekibiyle ABD dış politikasına hâkim olan Evanjelik-Neocon örgütlenmesinin ürettiği strateji zincirinin birbirine bağlı halkaları mı söz konusu?
Evanjelik-Neocon dünya görüşünün fantezilerinin peşine takılmış bir NATO ittifakının, Türkiye’nin yerine koyabileceği bir seçenek ufukta görünmemektedir. Tüm sorunlu alanlarda ABD ile diplomasi yollarını sonuna kadar zorlayan Türkiye’yi, jeopolitik konumu gereği yürüttüğü çok taraflı politikalardan saptırmaya da, Beyaz Saray’daki ömrü meçhul bir kliğin gücü yetmeyecektir.
(Devam edeceğiz)