Taha Kılınç
Allah'ın (CC) rahmeti ve dua
Bu dünyada, yaratılan her şeyde, Allahü teâlânın hem rahmet sıfatı, hem de gadab sıfatı zuhur etmektedir. Su, insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşamaları için lazım olduğu gibi, denizde binlerce insan boğulmakta, sel suları evleri yıkmaktadır... Ateş, ekmek, yemek pişirmek, kışın ısınmak için lazım olduğu gibi, içine düşeni yakmaktadır... Elektrik, çok yerde işimize yaradığı hâlde, yangına sebep olmakta, insana çarpınca, hemen öldürmektedir. Her şey de böyledir. Nefis de bunlar gibidir. Hem faydalı, hem zararlı tarafları vardır. Nefsin yaratılması, insanların yaşaması, üremesi ve dünya için çalışmaları ve ahiret için cihat sevabı kazanmaları içindir. Allahü teâlâ, nefsi böyle nice faydaları için yarattı...
Allahü teâlâ bütün insanlara acıyarak, nefse hakim olup, zararlı arzularını önlemeleri için, akıl da yarattı. Akıl, insan beyni vasıtası ile, his uzuvlarından, şeytandan ve nefisten kalbe gelen arzuları inceleyerek, iyilerini kötülerinden ayıran bir kuvvettir. Allahü teâlâ, ayrıca Peygamberler göndererek, hangi şeylerin faydalı, hangi şeylerin zararlı olduklarını ve nefsin bütün arzularının kötü olduğunu bildirdi. Akıl, nefsin isteklerini, Peygamberlerin iyi dedikleri şeylerden ayırıp, kalbe bildirir, kalp de, aklın bildirdiğini tercih ederse, nefsin arzularını yapmayı irade etmez, beyin vasıtası ile, hareket uzuvlarına bunu yaptırmaz. Kalp, İslâmiyetin iyi dediklerini, tercih eder ve yaptırırsa, insan saadete kavuşur.
Kalbin, iyiden, kötüden birini tercih etmesine Kesb denir. İnsanın hareket organları, dimağına, beynine, dimağ da kalbine tabidir. Kalp, dimağ, beyin vasıtası ile his organlarından ve ruh vasıtası ile taraf-ı ilahiden ve akıldan, melekten, hafızadan, nefisten ve şeytandan gelen tesirlerin toplandığı bir merkezdir. Kalp, akla uyunca, nefsin yaratılmış olması, insanların sonsuz nimetlere kavuşmalarına mani olmaz. Kalbin nefse aldanmaması, ona uymaması, nefis ile Cihad olur. Nefis, insanların cihad sevabına kavuşmalarına, meleklerden üstün olmalarına sebep olmaktadır.
-- Eğer, Allahü teâlâ bir kuluna dört şeyi verdiyse, ona her şeyi vermiştir. Hiçbir şey noksan değildir.
1- Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı,
2- Farzları yapmak,
3- Haramlardan sakınmak,
4- Ehlullaha [büyüklere] muhabbet.
Bu dördü hepsini ihtiva eder. Çünki, bu dördü yoksa, insanın imanı da bozuktur, ibadeti de bozuktur, her şeyi de bozuktur.
Allahü teâlânın bu dünyada bir kuluna vereceği en büyük nimet, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bir sevdiği kulunu, ona tanıtmasıdır. Bu tanımak nimeti nasıl artacak? İki şeyle artar: Birincisi, o mübarek zatın eserlerini okumak ve okutmak için çalışmak. Çünki, Peygamber efendimiz "aleyhissalatü vesselam", (Benden duyduğunuzu başkasına anlatın) buyuruyor. İkincisi, din kardeşlerini, özellikle de o zatın diğer talebelerini çok sevmek. Hattâ kendinden daha çok sevmek. Kendinden daha çok sevecek ki, o zaman sevgilinin sevgilisi olacaktır.
Duanın kabul olmasının şartları
Horasan emiri olan Yakub bin Leys hastalanır. Doktorlar hastalığını tedavi etmekten aciz kalırlar. Kendisine:
- "Burada salihlerden Sehl bin Abdullah-i Tüsteri adında birisi vardır. Onu cağırıp buraya getirtirsen ve sana dua ederse iyileşirsin?" derler. Bunun üzerine o da:
- "Onu mutlaka getirmem lazım" der. Gerçekten yanına geldiği vakit ona:
- "Beni bu hastalıktan kurtarması için Allah'a dua et" der. Sehl bin Abdullah-i Tüsteri hazretleri:
- "Ben senin için nasıl dua edeyim ki, sen zulümle hükmediyorsun" der.
Bunun üzerine Yakub bin Leys, tevbe eder, zulmetle hükmetmekten vazgeçer. Halkına güzel ve adaletle muamele etmeye başlar ve bütün mâhkumları salıverir. Herkese bol bol ihsanlarda bulunur. Bunun üzerine Sehl bin Abdullah-i Tüsteri "rahmetullahi aleyh" hazretleri, emirin iyileşmesi için şu duada bulunur: "Yâ Rabbi! Ona maşiyetin zilletini gösterdiğin gibi taatin da izzetini göster. Ona şifalar ihsan et, hastalığından onu kurtar."
Yakub bin Leys sanki ipten çözülmüş gibi o anda iyileşip yerinden kalkar. Sonra Sehl bin Abdullah-i Tüsteri hazretlerine bir çok mal teklif eder, kabul etmesi için ricada bulunur. Fakat Sehl bin Abdullah-i Tüsteri hazretleri malı almaktan kaçınır ve memleketine döner.
(Hadîka)da, üçyüzyirmidördüncü sahifeden başlayarak buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek ve kendine lâzım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini ve hadîs ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyan mukallidler, âyetten ve hadisten hüküm çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nafile ibadet olur. Yalnız, cenaze namazı böyle değildir. Velisi kılınca, başkalarının tekrar kılması câiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha çok sevab olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevab olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevabdır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve hakîmlerin, yani Allahü teâlâya ârif olanların sözlerini ve hâl tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bunları okumak, kalpte ihlâsı arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmain” öğrenilir).