Allahü teâlânın mü'minlerin kalblerine gönderdiği nûrlar, feyzler, ibâdetleri ve takvâsı çok olanlara, gelmekdedir. Ya'nî, bunların feyz almak isti'dâdları, kâbiliyyetleri artar. Feyzler, Resûlullahın mubârek kalbinden yayılmakdadır.
Gelen feyzleri almak için, Resûlullahı sevmek lâzımdır. Sevmek de, Onun ilmini, güzel ahlâkını, mu'cizelerini, kemâlâtını öğrenmekle hâsıl olur. Resûlullah da, onu görüp severse, feyz alması çoğalır. Bunun için,sohbetinde bulunup, güzel yüzünü görenler, tatlı sözlerini işitenler, dahâ çok feyz aldılar.
Eshâb-ı kirâm, bunun için, çok feyz alıp, kalbleri dünyâ sevgisinden temizlenerek, ihlâs sâhibi oldular. Kavuşdukları nûrlar, feyzler, Evliyânın kalblerinden dolaşarak, zemânımıza kadar geldi.
Bir kimse, kendi zemânında bulunan bir Velîyi tanıyıp, çok sever ve sohbetinde bulunarak, kendini sevdirirse, Resûlullahın mubârek kalbinden Velînin kalbine gelmiş olan nûrlar, bunun kalbine de akarak kalbi temizlenir. Sohbetine kavuşamazsa, onu düşünmesi, ya'nî Velînin şeklini, yüzünü hâtırına getirmesi de, sohbetinde bulunmuş gibi olur. Mazher-i Cân-ı Cânân, Delhîden Kâbildeki şâh Behîke teveccüh ederek, yüksek derecelere kavuşdurdu.
Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri, (Bütün feyzlere, bütün ni'metlere, üstâdlarıma olan sevgim sebebi ile kavuşdum. Kusûrlu ibâdetlerimiz, bizi Allahü teâlâya yaklaşdırmağa sebeb olabilir mi?) dedi.
Ya'nî, mürşidi sevmek, onun kalbinden saçılan feyzleri almağa sebeb olur. Feyz alınca, ihlâs hâsıl olur. İhlâs ile yapılan ibâdet de, insânı hakîkî îmâna kavuşdurur. (Künûz-üd-dekâık)deki hadîs-i şerîfde, (Herşeyin menba'ı vardır. İhlâsın, takvânın menba'ı, kaynağı, Âriflerin kalbleridir) buyuruldu.
Velî olmak için, ya'nî Allahü teâlâya yakın olmak, ya'nî Onun sevgisine kavuşmak için, ihlâs ile ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymak, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak ve farz olan ibâdetleri, ihlâs ile yapmakdır.
Hadîs-i kudsîde; "Bir Velî kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş olur. Kulumu bana yaklaşdıran şeyler arasında, en sevdiğim, ona farz etdiğim şeydir. Nâfile ibâdet [de] yaparak, bana yaklaşan kulumu çok severim. Çok sevdiğim kulumun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. İstediğini elbette veririm. Bana sığındığı zemân, elbette korurum) buyuruldu." Bu hadîs-i kudsî, ikinci kısmın onyedinci maddesinin üçüncü sahîfesinde ve Nevevînin (Hadîs-i erba'în)i, 38. ci hadîsinde ve (Hadîka)nın yüzseksenikinci ve (Kıyâmet ve Âhıret)in yüzaltmışdördüncü ve (Fâideli Bilgiler)in altmışbirinci sahîfesinde îzâh edilmekdedir.
Farzlarla hâsıl olan kurb, ya'nî Allahü teâlâya yaklaşmak, nâfilelerle hâsıl olandan, elbette dahâ çokdur. Fekat, ihlâs ile yapılan farzlar kurb hâsıl eder. İhlâs, ibâdetleri, Allahü teâlâ emr etdiği için yapmakdır. Ehl-i sünnet olan her mü'minde biraz ihlâs vardır. Takvâ ile ve ibâdet yapmakla, kendisine (Feyz) denilen kalb nûrları gelir. Bir Velînin kalbinden saçılan bu feyzlerden alırsa, ihlâsı çabuk ve çok artar.. (Takvâ), harâmlardan nefret etmek, harâm işlemeği hâtıra bile getirmemekdir. Allahü teâlâya yaklaşmak, Onun rızâsına, sevmesine kavuşmak demekdir.
|
|
Diriler içinde duası makbul kimse kalmadı
|
|
Yûsuf Nebhânî "rahmetullahi aleyh" hazretleri, "Câmi'u Kerâmâti'l-Evliya" kitabında anlatır:
Taberistan'da zalim bir vali vardı. Halkın malına ve namusuna saldırmaktan çekinmezdi. Bir gün yaşlı bir kadın ağlayarak büyük veli Ebu Saîd el-Kassâb "rahmetullahi aleyh" Hazretleri'nin yanına geldi, dedi ki: "Ey Şeyh, bana yardım et! Benim iffetli güzel bir kızım var. Şu zalim adamın ona musallat olmasından endişe ediyorum. Sana geldim ki, belki dua edersin de Allah'ın izniyle onun şerrini bizden uzaklaştırırsın"
Şeyh biraz başını eğip düşündükten sonra, başını kaldırarak dedi ki: "Ey kadın, diriler içinde duası makbul pek kimse kalmadı. Sen kabristana git, orada senin ihtiyacına cevap verecek birini bulacaksın"
Kadıncağız da kabristana gitti. Orada güzel yüzlü, güzel elbiseli genç bir adamla karşılaştı. Adam kadının halini sordu. O da olanları anlattı. Adam dedi ki: "Sen Şeyh Ebu Saîd'e dön de sana dua ediversin. Çünkü onun duası makbuldür"
Bunun üzerine yaşlı kadın şöyle dertlendi: "Diriler beni ölülere, ölüler dirilere havale ediyor. Biri de bana yardımcı olmuyor. Ya ben şimdi kime gideyim?" "Sen dön de o şeyhe git. Senin ihtiyacın onun duasıyla gerçekleşecek" Kadın dönüp geldi, durumu Ebu Saîd Hazretleri'ne haber verdi.. O ise düşünceli bir halde başını eğdi ve ter içinde kaldı. Peşinden bir çığlık atarak yüz üstü kapandı. O sırada çevreye şöyle bir haber yayıldı: "Zalim vali atına binip o ihtiyar kadının evine doğru giderken, at tökezleyip yere düşmüş, valinin boynu kırılıp ölmüş!"
Daha sonra Ebu Saîd Hazretlerine: "Neden önce kadının ihtiyacına karşılık vermedin de onu mezarlığa gönderdin?" diye sordular. O da şu cevabı verdi: "O zalimin benim bedduamla ölmesini hoş görmemiştim. Bunun için onu kardeşim Hızır Aleyhisselâm'a havale etmiştim. O ise kadını bana göndermekle o zalime beddua etmenin caiz olduğunu göstermiş oldu."
|
|