Abibliofobi diye bir korku türü varmış, biliyor muydunuz?
Ben de bugün öğrendim. Okunacak kitap kalmaması korkusuymuş. Kitap yoksunluğu gibi bir şey.
Ben bazı uzun seyahatlerde bu korkuyu yaşıyordum. Normalde bir-iki kitap okuyabileceksem, “kitapsız kalırım” endişesiyle beş-altı kitap alıyordum.
Askere de bir valiz kitapla gitmiştim ama hiç birisinin kapağını bile açacak fırsat olmamıştı.
Allah kitap yoksunluğu yaşatmasın.
Sene 1984. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü öğrencisiyim. Sosyoloji bölümündeyim.
Türkiye’nin her yerinde sıkıyönetim var. Beytepe Kampüsü’ne girerken Jandarma sıkı bir arama yapıyor. Bir gün beni bir Jandarma eri ararken, Erol Güngör’ün “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” kitabını buldu. Derhal komutanına bağırdı: “Komutanım siyasi kitap var” diye.
Komutanı astsubay geldi. Kitabı yüzüme çarparcasına “Ne bu!” dedi. Korku ve cesaretin karışımıyla “Ders kitabı komutanım. Din meselesini işliyoruz. Kitapta din sosyolojisi bölümü var” dedim.
“Ama kitabın başlığında milliyetçilik var kardeşim, okulda siyaset yapılması yasak” dedi. “Komutanım kitabın yazarı üniversite rektörüydü. Bir yıl önce vefat etti. Kitap yasak değil” dedim, dilim döndüğünce.
Komutan kitaba el koyacağını, “gerekli incelemeden sonra” uygun görülürse bana vereceğini söyledi. Hangi bölümden olduğumu sordu. Korkudan “matematik” dedim.
Askere giderken de bir valiz dolusu kitap aldım. Hiç birisinde siyasi bir çağrışım başlığı yoktu. Ön planda Orhan Pamuk’un romanları vardı. O tarihlerde Orhan Pamuk müesses nizamın benimsediği bir kişiydi. Hatta Orhan Pamuk okumayana kız-oğlan verilmiyordu. Valizin en üstüne Pamuk’un Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat romanlarını koydum. En alta da teorik fizik kitapları koydum.
Kışlaya girerken arama yapan asker Orhan Pamuk’un romanlarına baktı, altını karıştırmadı bile.
Neyse uzun zaman Diyarbakır Devegeçidi garnizonunda askerlik yaptım. Tugay Komutanımız Engin Alan’dı. Askerlikten anlayan kime sorsanız Türkiye’nin en zor askerlik yapılacak garnizon olduğunu öğrenirsiniz.
Askerlik süresince fotoğraf çektirmek, içeriden dışarıya bir şey götürmek yasaktı. Bu sebeple terhis edilirken valizler aranırdı.
Terhis günümde nöbetçi astsubay valizimi aradı. Özensiz şekilde aradığı için de kitaplar alt-üst oldu. En üste de Fritjof Capra’nın “Fiziğin Taosu” kitabı geldi. Görür görmez nevri döndü ve bana “Çavuş, çavuş sen buraya Taocu seks yapmayı mı geldin” dedi. Terhis günü gerilimiyle ne diyebilirsiniz? Bir saat uzatsa ertesi günkü konvoya kalırım. Belki de askerliğim yanar.
Mırın kırın edip sesimi yükseltmeden Albert Einstein ve İzafiyet Teorisinden falan bahsetmeye başladım. Ne dediğimi anlamadı bile. “Bu geri zekalılar yüzünden asker ocağı kirleniyor. Bunlar vatan haini” dedi.
Tugay Komutanımız Engin Alan’ın ayda bir defa tugay içtimada yaptığı konuşmadaki motivasyon ve vatanseverlik söylemi olmasaydı ordumuza bakış açım muhtemelen çok negatif olurdu.