24 Haziran seçimleri %90'a yakın rekor seviyede bir katılımla gerçekleşti. Bu açıdan bakıldığında, demokrasiyi dünya ülkeleri arasında en iyi yaşayan ülke konumunda görünüyoruz.
Seçimlerdeki şeffaflık, güvenlik ve îtina takdire değer. Diğer ülkeler gibi internet üzerinden oy kullanılmadığı için siber saldırılarla sonuçların etkilenme riski yok.
Oy pusulaları güvenli. Hologramlı (güvenlikli) zarflar, mühürlenmiş pusulalar, her partiden sandık görevlisi artı müşahitlerin olmasıyla hileyi en az seviyeye çekmiş bir ülkeyiz.
Ayrıca dünyanın her yerinden gelen gözlemcilerden bu güne kadar her hangi bir hile hurda açıklaması da gelmiş değil.
Ama...
Bütün bunlara rağmen içimizde bir kesim var, her seçim sonrası “oylar çalındı, sandık çalındı, vay efendim sahte oylar yakalandı” gibi ezberlediğimiz yalan haberlerle algı yönetmeye çalışıyorlar.
Sözkonusu iddiaların, güvenliğinin Avrupa ve dünya standartlarının üstünde olan bir seçim sisteminde, ihtimal dahilinde olması mümkün değildir. Lakin yine de bu haberler yapılıyor ve toplum seçim sonrasında da yüksek tansiyonda kutuplaştırılmaya devam ettiriliyor..
Öyle ki, kazanan taraflar, topluma karşı olan sorumluluklarını unutup adeta işkence eder gibi gürültülerle, sözde ‘’kutlama’’ yaparak toplumu rahatsız ediyorlar..
Davul çalanlar, arabalarla trafikte drift yapanlar, konvoy halinde klaksonlar eşliğinde şehir turu atanlar ve hatta ellerine türlü silahları alıp savaşa gider gibi şehrin göbeğinde magandalık yapanları dahi görüyoruz.
Hangi parti olursa olsun bunlar kabul edilebilir hareketler değildir ve ülkemize yakışmıyor…
Diğer yandan kaybeden taraflar, kazanan tarafa zeka özürlülüğünden tutun, koyun, sığır, cahil satılmış vb. gibi mesnetsiz aşağılamalarla kendilerini tatmin etme yolunu seçiyorlar. Bu davranışlarının nefret suçu içerdiğinin bilincinde olmuyorlar. Bu tutumlarının toplumu kutuplaştırdığınında farkında olmuyorlar ve başkalarını toplumu kutuplaştırmakla suçlayabiliyorlar!!
Tabi hâl böyle olunca bir sonraki seçimlere kadar tansiyon hiç düşmüyor, karşılıklı polemikler, iftiralar, şatajlar-montajlar ortalıkta cirit atıyor. …
Demokrasi sadece sandığa gidip oy kullanmaktan ibaret değildir.. Seçimlerden sonra kazanan tarafı tebrik edip görev süresi dolana kadar devletin yöneticileri olarak, devletin temsilcileri olduklarını kabullenmek, saygı göstermektir. Seçim yapılmasının sebebi de budur. Yoksa demokrasiye ihtiyac olmaz, güçlü olan diktatörlükle seçim yapmadan ülke yönetilir giderdi.
Eee efendim yanlış yaptıklarında eleştiri hakkımız yok mu? Fikir ve düşüncelerimizi ifade özgürlüğümüz yok mu??
Var elbet.
Var ama, o eleştirilerin belli etik kuralları da var..
Uygulamalara ve yapılan hizmetlere karşı olmak her seçmenin ve her siyasetçinin en doğal hakkıdır, kimse bu konuda kimseyi ne suçlayabilir ne de cezalandırabilir. Sonucta herkesin ifade özgürlüğü var. Yalnız, eleştirirken, yapmış olduğu eleştiriyi sağlam-elle tutulur temellere dayandırmak, içine yalan-iftira koymadan ve karşısındaki siyasetcilerin, şahıslarına ve ailerlerine edep dışı ifadelerle saldırmamak gerekir.
Üzürlerek söylemeliyim ki Türk siyaset arenasında görmek istemediğimiz ama en çok gördüğümüz manzara bu.
Oysa demokrasinin en güzel yanı, hangi taraf olursa olsun, diğer tarafın fikir ve düşüncelerine saygı göstermek, dinlemek, söyledikleri üzerinde düşünüyor ve sorguluyor olmaktır.
Başkalarını dinlemeden sorgulamadan, bilmediğimiz konularda yeni fikirler edinmek, gözden kaçırdığımız bazı gerçekleri öğrenebilmek mümkün değildir.
Ülkemizde genel çoğunluğun diğer tarafı mesnetsiz ithamlarla suçlamalarda bulunduğunu, aşağıladığını görüyoruz. Ne hazindir ki, hiç kimse bir sonraki seçimlerde kazanabilmek için karşı taraftan kendilerine oy gelmesi gerektiğini hesaplamıyor.
Seçimlerde kimsenin kazanmak için Mars’tan oy ithal etme şansı yok… Her hangi bir partiye diğer partilerden oy akışı sağlanması gerekir ki, o partinin kazanma şansı olsun. Öyle değil mi??
Sen karşı tarafı sürekli aşağılarsan, küçümsersen, sürekli kalbini kırarsan sana onlardan oy gelir mi? Gelmez.. Ülkemizdeki İktidar olamayan muhalif partilerin ve partililerin en büyük sorunu bu...
Bu konularda daha epey yol katetmemiz gerekiyor…..
Siyasetçilerin, seçmene mevcut yapılanın daha iyisini yapabileceklerini gösterebilmek adına, eleştirdikleri konularda çalışmalar yaparak, elle tutulur projeler sunmamaları çok büyük bir eksikliktir, siyasi tembelliktir. Siyasetçilerin, seçmene hazırladıkları proje ve çalışmalarını anlatmamaları, daha iyi bir devlet yöneticisi olabileceklerine ikna edememeleri, “herşeye karşı olmak muhalefettir'' anlayışı ile sadece eleştirip alternetif sunamamaları; seçmen tarafından siyasi gaflet, eksiklik ve liyakatsizlik şeklinde algılanır ve nitekim seçmenimiz de öyle anlayıp sandıkta ona göre oyunu kullanır.
Unutulmaması gereken en önemli şey; demokrasilerde tabanın fikir, düşünce ve talepleri, baştakilerin yol haritasında en önemli etkendir.
Hükümetlerin veya partilerin vizyonunu taban şekillendirir.. Yani, halkın inanç, fikir, düşünce, ahlâki ve milli değerlerini dikkate alarak yol haritası belirleyen siyasetçi her zaman kazanır.
Dikkate almayan kaybetmeye mahkumdur..
Toprağından mı suyundan mı bilemem, bizim milletimiz çalışmadan, emek sarfetmeden kazanmak istiyor.
Bu her alanda böyle. Siyasette, iş hayatında, ticarette, üretimde. Her alanda….
Kısaca bir kaç örnek vermek gerekirse;
-Çiftçimiz 10 dönüm tarladan yılda bir defa ürün alıp bütün yıl krallar gibi yaşamak istiyor, parasızlıktan dert yanıyor..
-Hayvancılıkla uğraşan vatandaşımız, sanki 500 büyük baş hayvanı varmış gibi, 5 tane süt ineği ile ailesini refah içinde yaşatıp yazları tatile çıkmak istıyor. Olmayınca hayvancılık öldü diyor.
-İstisnasız herkes devlete vergi ödememek için 5 tl lik alış verişte bile ‘’makbuz istemez, 4 tl olsun’’ diye parazlık ediyor, diğer yandan ambulansın, itfaiyenin, hastanelerin, postanelerin, belediyelerin hasıl-ı kelam bütün sosyal hizmetlerin, bedavaya ve en iyisini istiyor…
-Fabrikada, atölyede, ofiste, akşama kadar yanındaki iş arkadaşıylarıyla dedikodu yapıp, her akılları estiğinde çay molası alan, kapasitesinin 4'te 1'i ile üretime katkı sağlayan, işçi, memur, teknisyen kesimi maaşlarının dünya standarlarının üstünde olmasını istiyor,..
-Devletin çiftçileri desteklemediğini söylüyor, öbür taraftan devletten aldıkları dönüm başı 50 tl lere varan burçak- mercimek ekimi için hibe yardımları alıp, ekimini yapıyor. Devlet kontrol edip gittikten sonra çobanları çağırıp 2000 – 3000 TL karşılığında koyunlara yedirsin diye pazarlık ediyor.. (Bunu geçen tatilimde kahve muhabbetinde bizzat dinlemesem inanmazdım) Sonra çiftçilik öldü diye feryadı figan ediyor.!!!!
-Ya ihracatçılarımıza ne demeli? !
Bizzat yaşayıp gördüm.. 1996 yıllarına kadar Kanada piyasasına Türkiye’den gelen Sultana kuru üzümleri hakimdi.
O zamanlar market işlerinde çalıştığım için yaşadım biliyorum..
Çabuk ve kolay kazanma derdinde olan ihracatçılarımız, işin hileli yönünü seçerek önce ezik, bozuk üzümleri güzel ambalajlara koyarak gündermeye başladılar..
Yapışan üzümleri rafa koymadan önce ellerimizle ufalayıp tane tane hale getiriyor sonra rafa koyuyorduk.. Sonraki gelen kutularda da, sanki ağır basması için kasıtlı konulmuş, her kutudan avuç avuç çakıl taşları temizliyorduk. Küflenmiş çivi dahi çıktığını hatırlıyorum..
Sonuc olarak Kanada Gıda Tarım ve Sağlık Bakanlığı tarafından Türk Sultana üzümlerinin Kanada'ya girişi yasaklandı.. Sultana üzüm piyasasını Amerika ve İran ele geçirdi..
Çok yakın bir arkadaşım Türkiye’den birinci kalite bornoz havlu getirip Kanada'da pazarlıyordu. İşlerini biraz büyütüp kendisi gidip gelemez olunca, devamlı alış veriş yaptıkları kişilere güvenip spariş verdi ve gönderilen üçüncü kalite ürünler arkadaşımın iflasına sebep oldu.
Bu işleri yapmaya artık kimse cesaret edemiyor, Türk ihracatçılarına güven olmuyor.
O yüzden Kuzey Amerıka’da kaliteli havlu bornoz piyasasına şimdi Bangladeş ve Pakistan hakim. Bütün bunları yapan bizim ‘ihracatçılarımız’ değilmiş gibi sonra kalkıp biz niye ihracat yapamıyoruz diye dert yanıyorlar…..
Bu her konuda hemen hemen böyle, anlatmakla bitmez onun için uzatmayacğım. Siyasette de bu durum böyle …
Siyasetçiler çalışmadan proje hazırlamadan, emek sarfetmeden, seçmenden en çok oyu almak istiyor.
Bu eşyanın tabiatına aykırı bir beklentidir.. Yanlış beklenti sonucu istedikleri oy miktarına ulaşamıyorlar ve seçim sonrası ya seçmene olmadık hakaretlerde bulunuyorlar ya da seçimde hile var, diye itirazlarda bulunuyorlar. Bir sonraki seçimlerde yine seçmenin oyuna ihtiyaçları olduğunu unutuyorlar..
Muhalefetin en önemli görevi; her şeye karşı olmak değildir. Hükümetin icraatlarını takip etmek, yanlışları varsa o yanlışlar üzerinde çalışmalar yapmaktır. Daha iyisini yapmak icin projeler hazırlamak, bir sonraki seçimlerde seçmene yaptıkları çalılşmaların ürünü olarak hazırladıkları projelerini seçim manifestosu olarak sunmaktır...
Kuru kuruya boş ve kaynaksız vaadlere milletin karnı tok. Milletimiz artık ucuz vaadleri yemiyor.. Millet Ülkeyi şahlandıracak projeler görmek istiyor. Çünkü ülke kalkındıkça refahın artacağını biliyor..
Demem o ki, demokrasiyi seçimlere katılımda gösterdiğimiz hassasiyet kadar, diğer zamanlarda ve her alanda hayatımıza tatbik ederek göstermeliyiz. Kazanan hangi taraf olursa olsun, görev süreleri boyunca saygı göstermeliyiz..
Yoksa mevcut sekilde yol almaya devam edersek, sadece siyasetçiler değil, onların peşinden giden halkımız da birbirine girmeye devam edecek. Hısım, akraba, dostluklar tamamen ortadan kalkacak, herkes birbirine düşman olup çıkacak..
Böyle bir durumda kim kazanacak dersiniz?..
Tabiki bizleri sürekli uzaktan kumanda etmeye çalışan güç odakları kazanacak…
Dünya tarihinin her safhasında, büyük devletler ve imparatorluklar kuran, mazlumların yanında olup, zalimlere siper olan, bütün ezilen milletler ve ülkeler tarafından umutla ‘’BEKLENEN’’ olan, şanlı milletimiz, üzerindkeki ölü toprağını silkelemeli, yeni bir diriliş ruhuna kavuşmalıdır. Hak ettiklerini, emek sarfederek kazanmalıdır. Peygamberimiz(SAV)in övgüsüne mazhar olan bu yüce millete yakışan budur…
Selam ve dua ile..