Tam 42 yıl önce bugün, 25 Mart 1975'te, Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, Riyad'daki sarayında kendi adını taşıyan yeğeni Faysal bin Musâid tarafından öldürüldü. Hâlen Mekke Valisi olarak görev yapan oğlu Hâlid'in ifadesine göre “İslâmî duruşu sebebiyle” suikasta kurban giden Kral Faysal, İslâm dünyasına ve Müslümanlara yönelik önemli adımlarıyla dikkat çeken bir yöneticiydi. Trajik sonunu da bu adımlarının hazırlamış olduğu, günümüzde yaygın kanaattir.
Faysal'ın kurduğu ve bugün de faaliyetlerine devam eden üç önemli uluslararası kurum, tek bir kişinin ufkunun İslâm dünyasında var olan potansiyeli harekete geçirmede nasıl işe yaradığını göstermesi açısından da kayda değerdir.
18 Mayıs 1962'de, dönemin Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Faysal'ın öncülüğünde Mekke'de kurulan Râbıtatu'l-Âlemi'l-İslâmî (Muslim World League/ Dünya İslâm Birliği), İslâm ülkeleri arasında işbirliği ve dayanışmayı artırmak için düşünülmüş bir projeydi. Kurum, komünizm gibi akımlara karşı Müslümanları korumayı, aşırı milliyetçilik cereyanlarını kontrol altına almayı ve İslâm'ın barış mesajını dünyaya duyurmayı hedefliyordu. Kurucu heyette yer alan yirmi kişi arasında birçok seçkin Müslüman düşünür, siyasetçi ve fikir adamı vardı. Üyelerin tamamına yakınının, 1953'te Kudüs'te toplanan Genel İslâm Konferansı'nda aktif rol almış şahsiyetler olması da gözlerden kaçmıyordu.
Kısaca Râbıta olarak bilinen ve maddi kaynağının yüzde 90'ı Suudi Arabistan tarafından karşılanan kurum, kısa süre içinde İslâm dünyasının dört bir yanına ulaşmayı başardı. Açılan okul, cami ve medreselerin yanında, on binlerce öğrenciye burslar verildi, fakir ülkelere eğitim ve kültür yardımları sağlandı. Türkiye de Râbıta'nın el uzattığı ülkelerden biriydi. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye, Avrupa'daki din görevlilerinin maaşlarını Râbıta üzerinden ödemişti. Uğur Mumcu'nun ortaya çıkardığı durum, Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından da resmen teyit edildi. Râbıta, aynı dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki dini hizmetler için de Rauf Denktaş yönetimine 627 bin dolar yardımda bulunmuştu.
Michael Denis Rohan adlı bir Avustralyalı tarafından, 21 Ağustos 1969 günü Mescid-i Aksâ'nın ateşe verilmesi, İslâm dünyası için yeni bir krizdi. 1967'de İsrail'in Doğu Kudüs'ü işgal etmesine engel olamayan Müslümanlar, şimdi de 'ilk kıble'nin yakılması karşısında acziyet sergiliyordu. Artık Suudi Arabistan tahtına oturmuş bulunan Faysal, İslâm ülkelerine bir çağrıda bulunarak, hep birlikte hareket edebilecekleri ortak bir yapı kurmayı önerdi. 25 Eylül 1969'da Fas'ın başkenti Rabat'ta toplanan İslâm ülkeleri devlet ve hükümet başkanları, Faysal'ın önayak olmasıyla “İslâm Konferansı Örgütü”nü oluşturdular. Şu anda merkezi Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde bulunan örgüt, “İslâm İşbirliği Teşkilâtı” adıyla varlığını sürdürüyor.
Kral Faysal'ın 1974'te kuruluşunu sağladığı üçüncü teşkilât, merkezi bugün yine Cidde'de bulunan İslâm Kalkınma Bankası. İslâm ülkelerinin kendi aralarında ekonomik yardımlaşma ve dayanışmasının artırılması amacıyla kurulan banka, faizsiz finans esasına göre çalışıyor ve bugün de fakir İslâm ülkelerine desteğini sürdürüyor. Bankanın resmen açılışı 20 Ekim 1975'i buldu, dolayısıyla Kral Faysal emek verdiği son kurumun aktif şekilde çalıştığı günleri göremedi; ama oğlu Muhammed el Faysal, babasından aldığı ilhamla faizsiz bankacılık sektörünü İslâm dünyasında kuran isim oldu. Ülkemizde de sektörün ilklerinden olan “Faysal Finans”, ismini Kral Faysal'dan alıyordu.
Suudi Arabistan, 1945'te Kral Abdulaziz'le ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt arasında gerçekleşen ünlü görüşmeden itibaren “Amerikan kampında” yer aldığı için, Kral Faysal döneminde kurulan bu üç büyük teşkilâtın, “CIA güdümünde” çalıştığına dair çeşitli suçlamalar getirilmiştir. ABD'nin, Sovyetler Birliği'ne karşı İslâm dünyasını kontrol etme ve dizayn aracı olarak, Suudi Arabistan eliyle bu organizasyonları kurup yönettiği şeklinde eleştiriler vardır.
Bu iddialar, o döneme ve Faysal'ın attığı adımlara baktığımızda pek tutarlı görünmüyor. Kral Faysal'ın, “ABD ile el ele” değil “ABD'ye rağmen” İslâm dünyasına alan açmaya çalıştığını söylemek, tarihsel veriler ışığında daha mantıklı olacaktır. Her üç kurumun da, Faysal'ın öldürülmesinin ardından Suudi Arabistanlı yöneticiler tarafından hızla pasifize edildiğini ve karar almaktan aciz hale getirildiğini de düşünürsek, makul bir yargıya varmamız kolaylaşacaktır.
Yine Suudi Arabistan'ın ABD ile ilişkilerine bakılarak, Müslümanlar arasında Faysal dönemindeki uluslararası atılımları görmezden gelmek şeklinde bir alışkanlık gelişmiştir. İran Devrimi'yle birlikte “kahraman ihtiyacı”nı Humeynî üzerinden karşılayan Müslüman kitleler, daha önceki bir başka “başarı hikâyesi”ne gözlerini kapamayı sürdürüyor. Üstelik günümüzde (ve gelecekte) bu örneğin tekrarlanması çok daha kolay iken…
Kral Faysal, döneminde yalnız bir adamdı. İslâm dünyasında ufkunu ve fikirlerini paylaşabileceği çapta bir lider yoktu. O da Enver Sedat'tan Zülfikâr Ali Butto'ya çeşitli vasat isimlerle çalışmak durumunda kalmıştı. Tıpkı, Recep Tayyip Erdoğan'ın şu anki yalnızlığı ve bunun karşısında İslâm dünyasının hayatî meselelerimize olan hissizliği ve sessizliği gibi…